Türkiye son zamanlarda kendi iç sorunlarına odaklanmış durumda. 23 Haziran’da yapılan seçimler yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. Bunu değerlendirmeden önce İngiltere’den bir haberi aktarmak istiyorum: 
“Kensington Sarayı’ndan taşınan Meghan Markle ve Prens Harry’nin Windsor’daki Frogmore Kır Evi’ne 3 milyon dolarlık tadilat yaptığının ortaya çıkması ve kraliyet harcamalarının vergi mükelleflerine yükünün artması, İngiltere’deki monarşi karşıtlarının tepkisine yol açtı” (https://www.ntv.com.tr/galeri/yasam/meghan-markle-ve-prens-harrynin-ev-tadilati-ingilizleri-kizdirdi,xWoCht9am0uqGQgj3w3aeA/Cbn4_ynTpEebzwSISnINtA)
 
Bunu aktarma nedenim Batı demokrasilerinin doğuşunda vergiyi kimin alacağı ve toplanan vergilerin harcanmasının denetlemesi meselesi etkili… Bu Magna Carta’da beri (1215) böyle. Vergiyi kim koyacak? Kral mı, Parlamento mu? Toplanan vergilerin hükümet tarafından harcanmasını kim denetleyecek? İsraf, yolsuzluk yapılıyor mu? Yürütme organı, yasama ve yargının denetimine tabi olmalı mı? Kuvvetler ayrılığı, yüzyıllardan beri imbikten süzülerek gelişti. Parlamentolar mutlak monarşi karşısında demokrasinin kaleleri oldular. Somut mücadele alanı da vergilerin kimin tarafından konanacağı ve nasıl harcanacağı üzerine odaklandı. Bu İngiltere’den başlayarak Fransa ve ABD’de de böyle oldu. 
23 Haziran İstanbul seçimlerinde belediye kaynaklarının nasıl harcanacağı meselesi noktasında Ekrem İmamoğlu’nun dile getirdiklerinin bana çağrıştırdıkları bunlar oldu. Öncelikle İmamoğlu’nun büyük bir başarıya imza attığını söylemek gerekir. Bir yıl önce 24 Haziran seçimleri öncesinde “Türkiye aradığı muhalefeti buldu” diye yazmıştım. Bugün ise “Türkiye aradığı lideri buldu!” diye yazabilirim.  
 
23 Haziran günü için beklentim İmamoğlu’nun 500 bin oy farkıyla kazanacağı düşüncesiydi. Oysa daha yüksek bir oy farkıyla (806 bin) ve tarihi bir oyla (% 54) seçimi İmamoğlu kazandı. Erdoğan’ın 1994’te % 25’le kazandığını hatırlatmak gerekir ki, Erdoğan’ı Erdoğan yapan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesidir. İmamoğlu’nun başarısını farklı kılan birkaç ay arayla seçimi üst üste kazanmak olduğu gibi, 1980 sonrasında alınan en yüksek oya ulaşmasıdır. 
 
İzmir’de Tunç Soyer’in % 58 ile seçildiği (ki rekor bir oydur) hatırlanacak olursa İmamoğlu’nun başarısının önemi bir kez daha ortaya çıkar. 
 
İmamoğlu’ndan daha yüksek bir oyu 1977 seçimlerinde yine CHP’nin adayı Aytekin Kotil almıştı.   Seçim sonuçlarına bakıldığında Aytekin Kotil, AP’li Aziz Gümüş’ün aldığı oyların yaklaşık iki katını aldı. 1.676.548 seçmenin bulunduğu İstanbul’da, 4830 sandıkta oy kullanılmış, 560.147 oy geçerli sayılmış ve katılım oranı % 33 olarak belirlenmişti. Bu seçimde oy kullanmayan seçmenlerin oranı, oy kullananların iki katı idi. İstanbul’da CHP ve AP’nin aldığı oylar ve oranı şöyleydi: CHP: 301.524 (% 59.18). AP: 172.939 (% 30.87).
 
11 Aralık 1977 tarihinde yapılan seçimlerde tüm ülkede sert kış koşulları nedeniyle seçime katılım oranı düşüktü. Ayrıca oy kullanma sisteminin karışıklığı pek çok oyun iptaline neden oldu. Seçimden bir gün önce CHP İstanbul il örgütü gazetelere verdiği ilanda halkı “yağmur, kar ve fırtına”ya rağmen sandık başına gitmeye ve “MC’ye hayır” demeye çağırmıştı.
 
Kotil’in aldığı oyların bu ölçüde yüksek olmasının ana nedeni, 1973’ten beri devam ede gelen bir yükseliştir. CHP; 1973 genel seçimleri, 1973 yerel seçimleri, 1975 ara seçimleri, 1977 genel seçimleri ve 1977 yerel seçimlerinde oylarını sürekli olarak arttırdı. 1973’ten 1977 sonuna gelindiğinde CHP’nin oyları İstanbul’dan % 40’lardan % 60’lara çıkmıştı. Örneğin 1973 genel seçimlerinde İstanbul’da % 48.5 oy alınmıştı. Bu oran 1977 genel seçimlerinde % 58.2’ye çıkmıştı (Hakkı Uyar, Karadenizli Bir Politikacı: Aytekin Kotil, Anka Yay., İstanbul, 2014).
 
İmamoğlu’nun seçimin hemen ertesi günü mal varlığını açıklaması gibi, Kotil de seçimden sonra mal varlığını açıklamıştı. Kotil kötü hava şartları nedeniyle % 33’lük bir katılımla seçilirken İmamoğlu % 84’lük bir katılımla seçildi. 
 
Kendisini ben iki yıl önce sevgili dostum Doğan Subaşı aracılığı ile tanımış oldum. Beylikdüzü’nde yapılanları gördüğümde CHP’nin İstanbul adayı olmalı demiştim. Tek handikabı yeterince tanınmamış olmasıydı. Kılıçdaroğlu, bir lider kararlığı ile riski göze alarak İmamoğlu’nu aday gösterdi. Gerçekten takdire şayan bir davranış… 31 Mart seçimleri ile 23 Haziran seçimleri arasında fark, ilçelerdeki oy farkı, İmamoğlu’nun ilçelerin çoğunda birinci çıkması 40 yılı aşkın süreden sonra yeni bir başlangıcı ve yeni bir liderin doğuşunu ifade ediyor. 
 
Erdoğan’ın İstanbul’dan doğduğunu ve İmamoğlu’nun Türkiye’nin en büyük şehrini 25 yıl aradan sonra AK Parti geleneğinden aldığını düşünecek olursak olayın büyüklüğü bir kere daha anlaşılır. İmamoğlu’nun kullandığı kucaklayıcı ve herkesi kapsayıcı sevgi dili; gerilimli, çatışmacı ve endişe verici dilin yerini alacak gibi görünüyor. Kendisini Cumhuriyet projesi olarak tanımlayan bir liderin doğuşu Cumhuriyetin 100. Yılında, Cumhuriyetin bir reklam arası olmadığının manidar bir yanıtı olacak gibi hava yaratıyor.