CHP çok partili hayata geçip seçimle iktidarı muhalefete devrettiği 1950 seçimlerinden bugüne kadar 70 yıllık süreçte iki kez genel seçimlerde % 40’ın üzerinde oy aldı. 1957 ve 1977 genel seçimlerinde aldığı oy % 41 civarındaydı.

Demokrat Parti, 1957 seçimlerinde muhalefetin işbirliği yapmasını engelleyerek ve seçimlerde bir takım usulsüzlükler yaparak kötü bir yol izledi. Aslında bu, CHP’nin 1946 seçimlerindeki yolsuzluğundan çok da farklı değildi. Bir farkla, CHP 1946 seçim yolsuzluğundan Türkiye’nin ilk dürüst ve demokratik seçimine ulaştı. DP ise 1950 seçimlerinden 1957 yolsuzluğuna geldi.

27 Mayıs askeri darbesi olmasaydı ve 1960 ya da 1961 yılında dürüst ve demokratik seçimler yapılabilseydi, muhtemelen CHP seçimleri kazanırdı. 27 Mayıs darbesinin iktidarı devirmesi ve ardından Yassıada yargılamaları DP’nin aleyhine olduğu gibi, aslında CHP’nin de aleyhine oldu. CHP hem darbeyle ve hem de idamlarla –haksız olarak- özdeşleştirildi. Nitekim bu sandığa da yansıdı. CHP’nin oyları 1961’de % 36’ya, 1965’te % 28’e düştü.

CHP tekrar oylarını arttırması, lider değişikliği ile ve 12 Mart askeri darbesi sonrasında mümkün olabildi. CHP’nin oylarını arttırması ve birinci parti olması (% 33), 1973 seçimlerinde gerçekleşti. Ancak bunda sağ partilerdeki parçalanma da etkili oldu. AP’nin bölünmesi ve Demokratik Parti’nin kurulması, Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’ni kurması, AP aleyhine sonucu beraberinde getirdi.  

Ecevit’in liderliğinde 1974 yılı başında kurulan ve aynı yıl içerisinde dağılan CHP-MSP koalisyon hükümetinin en önemli eylemi, Kıbrıs Barış Harekatı’nı yapmaktı. Bu, Ecevit’in karizmasını olağanüstü derece yükseltirken koalisyon hükümetinin de sonunu getirdi. Rasyonel olmayan bir şekilde arkasındaki kamuoyu desteğini sandığa yansıtmak isteyen ve bu nedenle de erken seçimi zorlayan Ecevit, koalisyon hükümetini bozdu. Meclis’te seçimleri yenileyecek bir çoğunluğa sahip olmayan CHP’nin salt kamuoyu baskısıyla ülkeyi erken seçime götürebileceğini düşünmesi büyük bir yanılgıydı. Üstelik CHP, MSP ile bozulan koalisyon hükümeti yerine diğer partilerle sadece bir seçim hükümeti kurmaktan yanaydı. CHP dışındaki partiler ise hem seçimlerin yeni yapılmış olması ve hem de Kıbrıs Barış Harekatı’yla Ecevit’in elde ettiği karizmadan duyulan endişe dolayısıyla erken seçime yanaşmadılar. Birbirleriyle sorunlu olan sağ partiler, Ecevit ve CHP’ye karşı birleşerek Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni kurdular. Böylece Ecevit’in erken seçim hayali suya düştü. Erken seçim ancak 1977 Haziran ayında yapılabildi, o da Ekim ayındaki seçimlerin birkaç ay öne alınmasıyla… Eğer seçimler 1974 yılı içinde yapılabilmiş olsaydı muhtemelen CHP tek başına iktidara gelebilir ve hattı % 50 bandına bile ulaşabilirdi. Ancak bu mümkün olmadı.

CHP, 1977 seçimlerinde tarihinin en yüksek ikinci oyunu aldı: % 41… Çıkardığı milletvekili sayısı ise 213’te kaldı, Millet Meclisi’nde salt çoğunluğu (226 milletvekili) sağlayamadı. Bununla birlikte Ecevit’in ve CHP’nin kamuoyunda itibarı son derece yüksekti. AP’den transfer edilen milletvekilleriyle Ocak 1978’te büyük umutlarla bir hükümet kuruldu. Hükümet, parlamentoda güçlükle çoğunluğu sağlayabiliyordu. Oysa ülkenin yaşadığı sorunlar o kadar büyüktü ki… Haşhaş ekim alanların serbest bırakılması ve Kıbrıs Barış Harekatı, Türkiye’yi ekonomik ambargo ile karşı karşıya bırakmıştı. Ülke, yurt dışından kredi bulamaz hale geldi. Yaşanan döviz darlığı, petrol (benzin, mazot), tüp gaz, margarin, elektrik vs gibi temel ihtiyaçların bulunamamasını beraberinde getirdi. İlave olarak ülkedeki siyasal cepheleşmenin de tetiklediği terör eylemlerinin ardı arkası kesilmedi. Büyük umutlarla kurulan hükümet, halk nezdinde umudu tüketti.

Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, temel tüketim maddelerinin yokluğu, karaborsa, terör ve siyasal istikrarsızlık, 14 Ekim 1979 tarihli senato kısmi ve milletvekili ara seçimlerine çok net bir şekilde yansıdı. CHP oyları % 41’den % 29’a geriledi. 5 milletvekilliği için yapılan ara seçiminde tüm milletvekillerini AP kazandı. Senato kısmi seçimi boyutunda ise 50 senatörün sadece 12’sini CHP kazanabildi. Dolayısıyla 5 Haziran 1977 genel seçimlerinden 14 Ekim 1979 seçimlerine kadar geçen iki yılı biraz aşan sürede CHP, umut olmaktan çıkıp seçmen nazarında itibarını yitirmişti. Ecevit isitfa ederek yerini AP azınlık hükümetine bıraktı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, demokrasiye ve diğer partilerle birlikte CHP’ye darbe indirmeden önce de, CHP seçmen nazarında darbe yemişti. CHP ne yazık ki 14 Ekim 1979 tarihli milletvekili ara ve senato kısmi seçimlerini yeterince değerlendirip bundan ders çıkaramadı. Buradaki yenilgi daha çok 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gölgesinde kaldı. CHP’nin 1957 ve 1977 seçimlerindeki başarıya ulaşabilmesinin yolu 14 Ekim 1979 seçimlerinde aldığı oyun niçin üzerine çıkamadığını sorgulamaktan geçiyor. Nitekim takip eden 41 yıl boyunca bu gerçekleşmedi.

1980 öncesinde CHP’nin önde gelen isimlerinden, dostu olmaktan onur duyduğum sevgili Erol Tuncer, 12 Eylül darbesi sonrasına ilişkin şu anekdotu anlatmıştı:

“Bir öğle yemeğinde CHP Genel Sekreteri rahmetli Mustafa Üstündağ, yardımcısı olarak ben ve Genel Yönetim Kurulu Üyemiz rahmetli Gündüz Ökçün, bu konuları tartışıyoruz. Ülkeyi darbeye götüren nedenleri sıralamaya çalışıyor; tedbirli davransaydık acaba darbeyi önleyebilir miydik diye konuşuyoruz. Bunları konuşurken Ökçün, ‘Sayın Genel Sekreterim, Amerikalılar da 12 Eylül'e giden senaryoyu ne kadar iyi yazmışlar değil mi?’ deyince, Üstündağ'ın, ‘Hoca, hoca Amerikalılar senaryoyu iyi yazmış olabilirler, ama seninle ben bu senaryoyu oynayacak kadar saf mıydık? Ben de bunu içime sindiremiyorum’ dediğini hiç unutamıyorum”.  

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giderken Türkiye’nin iktidarını seçimle değiştirmeyi öğrenmesi gerekiyor. 1977 genel seçimleriyle 1979 ara seçimleri arasındaki dönemde yaşananlardan seçmenin iktidardan neden uzaklaşabileceğini bize açık bir şekilde gösteriyor. Ekonomik kriz (hayat pahalılığı, Türk lirasının değer kaybetmesi, karaborsa ve temel tüketim maddelerinin yokluğu) ve siyasal cepheleşme (terör, siyasal istikrarsızlık) bunun ana nedenidir. Bugün de Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz, iktidar cephesi açısından alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. Mesele, önümüzdeki süreçte iktidarın ibreyi ne kadar lehine çevirebileceği ve muhalefetin lehine olan ibrenin ne kadar sürdürülebileceği noktasında düğümleniyor. Kazananın Türk demokrasisi, toplumsal barış ve toplumsal refah olmasını diliyorum.