Yönetme gücünü elinde tutanların kontrol edilememesi, denetlenememesi ya da gücünün sınırlanmaması toplumlar açısından felaket habercisidir. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Almanlar için Hitler, Fransızlar için Napolyon, İngilizler için Cromwell öyledir. Bu deneyimlerin sonucunda toplumlar, bütün gücü tek bir adama bırakmamayı deneyimleriyle öğrenmişlerdir. Bunun neticesinde Batı toplumlarında kontrol ve denetim mekanizması, güçler ayrılığı sistemi gelişmiştir. Yenicilerin denetlenmesinde kurumsal denetim sisteminin yanı sıra toplumsal denetim de dinamik olarak işleyebilmektedir. Kamuoyu ve özgür basının varlığı denetimin etkin kullanımına imkan da sağlamaktadır. Etik değerler gereği yürütme gücünü elinde tutanlara sıklıkla sıradan insanlar oldukları hatırlatılmaktadır.

Demokrasi hiç şüphesiz mükemmel bir yönetim biçimi değildir. Bununla birlikte kuvvetler ayrılığı, parlamenter demokrasi gibi mekanizmalar aracılığı ile hataları düzeltebilme ve yürütme erkini sıkı bir şekilde denetleyebilme imkanına sahiptir. Son aylarda Avrupa demokrasilerinde özgür ve demokratik toplumların kamuoyu gücünü, yürütme erkinin gücünü sınırlayabilme, etik değerlere uymalarını sağlayabilmedeki kapasitelerini görmek mümkündür.

Dünyadaki mutluluk endeksinde komşularıyla birlikte ilk on ülke arasında yer alan Finlandiya’da polis, Başbakan Sanna Marin'in başbakanlık konutundaki aylık 300 euro (yaklaşık 3.150 TL) tutarındaki kahvaltı parasını yasaya aykırı şekilde devletin cebinden ödeyip ödemediği konusunda soruşturma açtı. Finlandiya gazetesi Iltalehti'de yayımlanan haber sonrasında polis olayda bir kamu suçu olup olmadığını araştırdı. Başbakan Marin'in yasal olarak izin verilmediği halde bazı yemeklerin parasının iadesini istediği belirtilmekteydi yine de soruşturmanın Marin'in kendisi ve resmi eylemlerine yönelik değil, başbakanlık konutu ve ofisinde çalışanların kararlarına odaklanması söz konusuydu. Sosyal medya hesabında bir açıklama yapan Marin “Başbakan olarak bir yemek bedeli talep etmedim ya da kararına katılmadım. Bu göreve geldiğimde bu durumun başbakanlık konutunda yaşama ve kalmayı da kapsadığı söylendi ve bu önceki başbakanlar döneminde de böyleydi” dedi. Marin, bütün harcamaların başbakanlık ofisindeki çalışanlar tarafından yapıldığını da vurguladı (https://tr.euronews.com/2021/05/28/finlandiya-basbakan-marin-in-ayl-k-300-euroluk-kahvalt-paras-icin-polis-sorusturmas). İncelemenin sonucu ne olursa olsun polisin Başbakan hakkında soruşturma açabilmesi, bunun “dış güçlerin oyunu” olarak görülmemesi, kamuoyunun kamu kaynaklarının usulsüz kullanımı konusundaki hassasiyeti hayranlık uyandırıcıdır. Anlaşılan o ki, Müslümanların ütopya olarak dile getirdikleri –ve iktidara geldiklerinde unuttukları- Hz. Ömer adaletini, Batılı toplumlar kuvvetler ayrılığı ve parlamenter demokrasi sayesinde gerçekleştirebilmişler.

Bir başka İskandinavya ülkesi olan Norveç’te ise yine polis Başbakan Erna Solberg’e pandemi düzenlemelerini ihlal etmekten para cezası kesti. Norveç Emniyet Müdürü Ole Saeverud, Başbakan Solberg’e verilen cezanın 20 bin Norveç Kronu (2 bin 352 Dolar) olduğunu söyledi. Norveç devlet televizyonu Solberg’in 60. yaş günü dolayısıyla düzenlediği kutlamayı haberleştirmiş ve ardından polis soruşturma açmıştı. Yine polis, soruşturma için kimseden izin almadan, sıradan bir olaymış gibi bu soruşturmaya girişmişti. Solberg’in düzenlediği kutlamaya yakın çevresinden 13 kişi katılmıştı ve bu, pandemi kurallarına –en fazla 10 kişi bir araya gelebilirdi-  aykırıydı. Emniyet müdürü görevden alınmadığı gibi Başbakan Solberg’e kesilen cezanın haklı ve yerinde olduğunu savunan Emniyet Müdürü Saeverud’a göre yasalar önünde herkes –Başbakan dahil- eşit olmalıydı ve üstelik halka örnek de olmalıydı.  “Halkın sosyal kısıtlamalarla ilgili kurallara olan güvenini muhafaza etmek adına ceza verilmesi doğruydu” diyen Emniyet Müdürü, kuralların yöneticiler için de geçerli olduğunu, onların ayrıcalıklarının olmadığını göstermişti. Böyle bir toplumda halk da gönül rahatlığı ile kurallara uyabilirdi. Madem ki yürütme organının başındakiler bile uyuyor ve gerekirse ceza ödüyorsa, halk neden kurallara uymayacaktı ki? Başbakan Stolberg, yaptığının hata olduğunu kabul etti, defalarca özür diledi ve cezayı ödeyeceğini de belirtti (https://www.dw.com/tr/salg%C4%B1n-kurallar%C4%B1n%C4%B1-ihlal-eden-norve%C3%A7-ba%C5%9Fbakan%C4%B1na-para-cezas%C4%B1/a-57150822). Yöneticilerin toplumdan biri olduğu, ayrıcalıklarının olmadığı toplumlar demokratik toplumlardır. Burada sadece yöneticilere değil topluma da sorumluluklar düşmektedir.

Yürütmenin gücünün sınırlanmadığı yönetimler, er geç ya kendi halkının ya da dünyanın, bazen her ikisinin de başına bela olabilmektedir. Avrupa demokrasileri yürütme erkinin gücünü kısıtlamaya tarihsel süreçte iki noktada giriştiler. Biri vergi alımı diğeri de savaş açma yetkisiydi. Yasama ve yargı yetkisinin yürütmenin elinden alınması ve kurumsal yapıların gelişmesi, ülkelerde iç barışın ve istikrarın oluşmasına ve gelişmesine imkan sağladı. Bunda toplumsal tabakalaşma, güçlü orta sınıf ve yürütmenin gücünü denetleyebilecek mekanizmaların oluşması etkili oldu. Doğu toplumlarında yürütmenin gücünü denetleme imkanı pek de mümkün olmadı. En fazla yapılabilen padişahın Cuma namazı çıkışında “Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var!” demek oldu. Aslında bu çaresizliğin ifadesinden başka bir şey değildi. Yürütmenin gücünü kısıtlamak, kibrini yenmek demokratik mekanizmaların (kuvvetler ayrılığı, parlamenter demokrasi) yanı sıra topluma düşen bir görevdir. 

Hıristiyanlıkta 7 ölümcül günahtan ilki kibirdir. Kibir, Lucifer’a (yani Şeytan’a) atfedilen ölümcül bir günahtır. İslami terminolojide de kibir ayıplanan büyük bir günahtır. Dinsel boyutunu bir kenara bırakacak olursak yürütme erkinin gücünü kısıtlamanın, ona gem vurmanın, kibrini yenmenin yolu kuvvetler ayrılığıdır, onların da sıradan ve ölümlü insanlar olduğunu hatırlatmaktır. Ancak bunu sadece anayasadan ya da kuvvetler ayrılığı mekanizmasından beklemek yeterli olmayacaktır. Bunlara ilave olarak yürütmenin hatalarını denetleyen demokratik bir toplum ve özgür basın da bir zorunluluktur.