Yakın dönem Türkiye tarihinin en pragmatik partisinin Ak Parti olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ak Parti için pragmatik deyimini olumlu ya da olumsuz anlamda kullanmıyorum. Siyaset çalışan bir tarihçi olarak bunu bir durum tespiti olarak söylüyorum. Aslında Ak Parti’nin pragmatik kimliği partinin kuruluş sürecinden beri bilinen bir gerçekti. Refah/Fazilet Partisi geleneğinden koparak Milli Görüş gömleğini çıkarma iddiası bu pragmatizmin ilk örneği idi. Nitekim bu bağlamda ABD ve AB ile iyi ilişkiler kurma stratejisi ile liberal-muhafazakar demokrat bir kimlikle içeride ve dışarıda yeni bir imaj, demokratik bir meşruiyet yaratılabildi. Yine bu noktada askeri vesayeti zayıflatma ve ortadan kaldırma, AB sürecinde atılan adımlar hem içeride hem de dışarıda Ak Parti’ye geniş bir alan açtı. 
 
2010 sonrasında Arap Baharı ile birlikte Ak Parti’nin açılım süreci birlikte yürüdü. Yeni bir anayasa yapılması, devletin yeniden şekillendirilmesi ve Kürt sorununu Öcalan ile çözme gayreti AK Parti’nin özgüveninin tavan yaptığı bir döneme rastlar. Yine burada Ak Parti pragmatizmini açık bir şekilde görürüz. Yeni bir anayasa yapma sürecine HDP ile başlayıp MHP ile bitirebildiler. Herhalde bunu Türkiye’de Ak Parti’den başka bir parti yapamazdı. Son yıllardaki oy kayıplarını bir kenara bırakacak olursak Ak Parti hem MHP hem de HDP tabanından oy alarak Türkiye partisi olabildi. Üstelik merkez sağdaki bütün partileri kendi bünyesine çekerek, parçalayarak ve eriterek daha da güçlendi. Ancak Deva ve Gelecek partilerinin Ak Parti’den koparak kurulması, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çerçevesinde Ak Parti’nin gücünün dorukta olduğu bir zamanda güç kaybına uğramaya başladığını açık bir şekilde gösteriyor. Ak Parti pragmatizminin buna çözüm üretebilmesi pek mümkün görülmüyor. 
 
19 yıllık iktidar sürecinde Ak Parti pragmatizminin en çok kullandığı argümanlardan biri de mağduriyet tezi oldu. Ancak gelinen süreçte bunun kullanılabilecek bir tarafının kalmadığı, seçmen nezdinde bir karşılığının kalmadığı çok açık. 
 
2018’de ABD ile yaşanan “Al papazı ver papazı” polemiğinin başarısızlıkla sonuçlanması ve bu süreçte ekonominin kırılganlığının artması, yapılan inşaat temelli plansız ekonomik yatırımların ülke ekonomisine getirdiği yüksek maliyet, üretime dönük bir ekonominin inşa edilememesi 2019 yerel seçimlerinde Millet İttifakı’nın büyük bir başarısını beraberinde getirdi. Bu başarı 1989 yerel seçimlerinde ANAP’ın uğradığı ağır kayba ve muhalefetin başarısına benzemektedir. 1989 yerel seçimlerinin ANAP için kaybı, 1991 genel seçimlerinde de ANAP’ın kaybının habercisiydi. Benzer bir durum Ak Parti için geçerli midir? Bunu bekleyip göreceğiz. Şüphesiz ANAP da pragmatik bir partiydi ve artık sadece tarihin parçası. Ak Parti’nin pragmatizminin ANAP’ın pragmatizminin çok ötesinde olduğu da ayrı bir gerçektir. Dolayısıyla aynı kaderin Ak Parti için geçerli olup olmadığını söylemek kolay olmayacaktır.
Partiler değişip dönüşebildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebilmektedirler. Bunun tipik örneklerini Avrupa’daki siyasal partilerde görmek mümkündür. Alman Sosyal Demokrat Partisi, İngiliz İşçi Partisi gibi…  Türkiye’de benzer değişimi CHP’nin geçirdiği söylenebilir. Müdafaai Hukuk temelinden gelen partinin devlet kuran kimliğinin yanı sıra hem demokrasiye geçişi hem de ortanın solu politikasıyla sergilediği dönüşüm kayda değerdir. Bu sayede de 100 yıllık bir parti olarak kendini güncelleyebilmiştir. 
 
MHP ile yapılan ittifak neticesinde geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için Ak Parti pragmatizmi gerekçe olarak koalisyonları ve 2007 cumhurbaşkanlığı krizini göstermişti. Oysa gelinen noktada mevcut sistemin hem ciddi krizlere gebe olduğu görülüyor hem de demokratik kurumları (TBMM dahil!) ve bizzat demokrasiyi zayıflattığı görülmektedir. Yürütme erkinin aşırı güçlendiği, yasama ve yargının yürütmenin etkisi karşısında zayıfladığı bu sistem, modern devlet yapılanmasının dışında bir profil sergilemektedir. Üstelik mevcut sistem demokratik açıdan sorunlu olmasının yanı sıra hem iktidarı MHP’ye bağımlı kılmakta ve hem de % 50+1 dolayısıyla kırılgan bir nitelik sergilemektedir. Dolayısıyla mevcut yapı sürdürülebilir değildir. 
 
Yakın dönem Türkiye tarihinin en pragmatik partisi olan Ak Parti’nin ekonomik kriz eşliğinde demokratik sistemdeki tıkanmayla birlikte 2023 sürecinde çok zorlanacağı açıktır. Mevcut sistemde ısrar Ak Parti iktidarının sonunu getirebilir. Merak edilen konu mevcut risk karşısında Ak Parti pragmatizminin sergileyeceği tavırdır. Pragmatizmde zayıflama ve esneklik kaybı, ufuktaki tehlikeyi ortadan kaldırmayı zorlaştıracaktır. Katı olan her şeyin buharlaşması bir yana katı olan her şey yok oluyor. Tarih bunun tanığıdır.