Günlük yaşamda, görevli oldukları kurumda birbiri ile selamlaşmayan, birbirine güzel bir sözcüğü çok gören, kırıcı davranan insanları biliyor ve tanıyorum.

Bu hırçınlık, bu sevgisizlik niye? Hepimiz bir gün herşeyi bırakıp gitmeyecek miyiz? Bu kubbede  hoş bir seda mı, ya da nahoş bir seda mı kalmalı?.. 
Arkadaşlığın zamanla dönüştüğü dostluğu; tükenmeden, özenle korumak çok mu zor acaba diye hep düşünmüşümdür. Eğer dostluğu, gerçek duyguların içten paylaşımını yitirirsek kalan ne olabilir geriye... Oysa fedakarlık, değer vermek, kırmamak dostlukların en vazgeçilmez kurallarıdır.
Dostlukla ilgili konularda insan ne kadar yaş alırsa alsın, birçok şeyi hala çözemiyor. 
Tamam! Artık, şu konuda ya da şu konularda taşlar yerine oturdu diyorsunuz. Ancak, bir bakıyorsunuz ki; taşlar yerine oturmamış, yerinden oynamış!..
Kendisini uzun süredir tanıdığınız arkadaşınız,  dostunuz gün geliyor yaşadığı psikolojik bir sıkıntısı sırasında sizi eleştirileri ile kırıp dökebiliyor. 
Siz ise, büyük bir şaşkınlıkla kırılan o parçaları toplayıp bir araya getirmekte zorlanıyorsunuz... Ve işte o zaman yaşadığınız bu olay; dostlukları, arkadaşlıkları doğal olarak yeniden sorgulatıyor size. 
Çok yakınınızın kaybında; sözleri ve mektupları ile sizi teselli eden  dostunuz;
''O, kişilikli ve herkesin kıskandığı mükemmel bir insandı. Bu nedenle acın çok büyük!..'' diyebiliyorken, ruhsal davranış bozukluğu yaşadığında; şuur altında baskıda tuttuğu, gizlediği  duygularını dışa vurup; 
''O, işe yaramaz biriydi...'' şeklinde çok farklı bir yorumda bulunup sizi ''Paramparça Ederek'' şaşkına çevirebiliyor...
Bu yaşadıklarınızdan sonra, geçirdiğiniz depremi hafifletmeye, düşüncelerinizde yerinden oynayan herşeyi eski yerine yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Ancak! Bu hiç de kolay olmuyor...
Sonuçta, içtenliğinizi, duygu ve düşüncelerinizi bundan sonra  kimseyle paylaşmamak gerektiği noktasına kendinizi taşıyabiliyorsunuz. 
Zor bir durum...