Türkiye sınırları içinde çok önemli bir eserle anılacak olsan ne tür bir iz bırakmak isterdin?’’ diye bana sorsalar; 

‘’Bir Mezarlık Projesine imza atmış olarak’’ diye yanıtlardım.
Bizdeki ürkütücü ve itici atmosferin yerine yepyeni bir Mezarlık Konsepti geliştirmek isterdim. Yemyeşil kırlar ve rengarenk bahçelerle iç açıcı alanlar yaratmayı düşünürdüm. 
Acıyı asla kasvetle buluşturmazdım.
Ben ayrıca yaşam sürecinin son’u için de özel bir mekan tasarlamayı isterdim. 
Doğumevi’ne ya da Nikah Evi’ne  karşılık olarak.. 
Yalnız bu kez adını Veda Evi koyardım. 
İçine rahat koltuklar serpiştirirdim… Bembeyaz.
Veda evinin her yönünü boydan boya cam yapardım.
Doğudan güneşin gelişi, batıdan günün bitişi görünsün; güney esintisi hissedilsin, kuzeyin pusulası güven versin, yolcuya rehber olsun diye.. 
Yağmur damlaları tıp tıp sesler çıkararak camlara vursun, notalar oluşsun; 
Soğuk kış günlerinde kar yüküyle ağırlaşan dallar da eğilerek gidene selam versin diye..
…….. 

Yahu !  Sen kimsin ki? Kim oluyorsun da…Eski köye…??
Denebilir. Hiç önemli değil. 
Ben bir sanatçıyım.
Sanat eserleri ruhsal bir fitilin ateşlenmesi sonucunda doğarlar. Yaratılışlara çoğunlukla bir eksiklik, bir boşluk, bir büyük duygusal yük kaynak olur.
Benim Çağdaş Mezarlık Konseptim de korkularım sonucu oluşurdu. 
Çünkü ben ölümden hep korkmuşumdur.
Dinin anlatımlarıyla katmerli bir biçimde ürkütülmemin yanı sıra, gördüğüm birbirinden sevimsiz mezarlıklar sebebiyle de dünyaya kazık çakmak isteğim hep körüklenmiştir!
Bizde mezarlar özensizdir. Çoğunlukla etrafı ayrık otlar bürümüş,
mezar taşları saygısızca bir yana yatmış olur.
İnsanımız, sonsuzluğa uğurladığı sevdiğine ruhu okşayacak güzellikte bir mekan hazırlayacağına, bu ruha alakalı alakasız ve kuru kuru dua göndermeyi daha bir marifet sayar. 
Oysa gidilen yere çoktan varılmıştır. Kişi hesabını çoktan vermiştir. Geride yalnızca ona duyulan saygının simgesi kalmış olmalıdır. 
Ne yazık ki bizim mezarlıklarda bu saygıdan eser yoktur. 
Birkaç dua mıdır, bir daha geri gelmeyeceklere duyulan vefa ?
Bayramdan bayrama dökülen bir tas suyla,  koca bir yaşamın üzerini örten toprakta çiçek mi yeşertilir ?  

……

Biz yenilenmeyi bilmez, değişimden ölesiye korkarız. 
Bizde birinin yaptığını, diğerleri katkısız ve sorgusuz olarak aynıyla kopyalar. 
Bir tarihte birisi çıkıp mezar taşına Ruhuna Fatiha yazdırdı diye, milyonlarımız milyon yıldır aynısını yazar kaybettiği sevdiğine yolculuk kitabesi olarak..
Bin kişiden bir tanesi sormaz niye Fatiha Suresi de, başkası değil? 
İki tane çıkmaz bu surede ne söylendiğini bilen ...
Arkamızda hesap vereceğimiz kimsenin kalmadığı son gidişimizi bile gönlümüzce yapmaktan çekinir, sakınırız. 
Ölünce, bir tabuta konmayı istemek bile giderayak günah hanesine yazılabilir. Olmaz!! 
Ya mezar taşında -örneğin- kırmızı harfler? 
Ya da  ‘O hep Ali’yi sevdi’ diyebilmek? 
Bilinmez. Hiç sorulmamıştır. 
……

Bir Veda Evi Projesi çizemesem de toplumumuz artık seçimi kişiye kalmış özel ve özellikli Veda Törenlerine geçmeli. 
Nasıl olursa olsun, nerede olursa olsun en şık giysilerini giymiş özenli  insanlar buluşmalı ve;
Kişi istediği gibi uğurlanmalı.
Kah müzikle, anılarla, fotoğraflarla  
Kah, bir deniz kenarında, rüzgara savrularak..
Ruhuna ister Fatihayla, 
İster kendi dilinde, bildiği ve anladığı mısralarda şarkılar gönderilerek..
Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir,
Gönlümün kıyısına vurur.
Aşınan kayalar gibi ruhum,
Suskun, yorgun, öylece durur.
Islak kumlara yazılmış hikayeler,
Ummana karışır silinir yavaş yavaş,
Her dalga ömrümden bir şeyler koparır.
Ağır, ağır sönen gönlüm,
Sakin koyları özler,
Son kum tanesi olana kadar.