Hipnoz etkisi yaratan sloganları saymazsak, iktidara talip olanların ülkeyi yönetmek için çoğu zaman iyi nedenleri yoktur. 

Fakat asıl şaşırtıcı olan, ülkeyi yönetmek için geçerli bir nedenin yokluğu değil, bu yokluğa rağmen iktidar olabilme becerisidir.
Bu becerinin bir illüzyon olduğunu düşünürüm hep.
Politikacılar, bizzat seçmenleri tarafından birer sihirbaz olmaya zorlanır. Çünkü kalabalıkların beklentisi gerçekleri duymak değildir. Gerçekdışını gerçeğe tercih ettikleri için, yok olan bir şeyi varmış gibi ya da var olan bir şeyi yokmuş gibi göstermeyi başaran hatiplere itibar ederler. 
Bu, hem hatibin hem de kalabalıkların çok iyi bildiği eski bir gösteridir. 
İzleyiciler, sahneye çıkan sihirbaz tarafından kandırılmayı bekleyen, oyunun masum olmayan asli unsurudur. Şayet sihirbaz, olmayan bir sihre inandıramazsa izleyenleri, sahneden hemen indirilir.
Politikacı da sihirbazla aynı baskıyı yaşar. Açık gerçeğe rağmen gerçekdışı olmak zorundadır. Kalabalığı aldatmalı ve bunu, kalabalığa hissettirmeden ustalıkla yapmalıdır. 
O nedenle “politikacının seçmenlerini aldattığı” iddiası doğru değildir; çünkü seçmenler daha başından beri politikacıdan yalan söylemesini beklemekte, siyaset sahnesinde izlediği numaraların birer yanılsama olduğunu daha en başından bilmektedir.
Krala inanan bir topluluk, kral olduğuna inanan bir kraldan daha masum olabilir mi?
Aldatılma meselesinde suçlamaları tersine çevirmek akla daha yakın görünür: Seçmenler politikacıları aldatırlar; çünkü politikacıları gerçeğin dışına çıkmaya zorlayan, istatistikten değil arzulanan şeyden bahsetmelerini isteyen kendileridir.
İzleyicileri kızdıran; gizli ipin görünmesi, tavşanın zaten şapkanın içinde olduğunun anlaşılması, yani sihrin boşalıp gerçeğin açığa çıkmasıdır.
Sihirbazlar ve politikacılar, aldattıkları için değil aldatamadıkları için yumurtaların hedefi olurlar.
Kaddafi’nin sokak ortasında dayak yiye yiye öldürülmesi de, aldatma hikâyesinin taze örneklerinden biri olarak karşımıza çıkar. Kaddafi için canını verecek adamların, sihir boşalıp rüzgâr tersten estiği vakit Kaddafi’yi döve döve öldürmeleri pek de şaşırtıcı gelmez artık. 
Bu nahoş olayın en masum oyuncusu ve film karelerinden anlaşıldığı üzere tek şaşkın kişisi Kaddafi olup çıkar. Zira aldattığı için değil artık aldatamadığı için –gizli ip göründüğü için, tavşanın zaten şapkada olduğu anlaşıldığı için - öldürülmüştür.
Tam da bu noktada Sezar’ın hayaleti çıkar karşımıza. Roma imparatoru Sezar, kralcılar tarafından öldürülen en meşhur şahsiyettir; fakat Sezar’ın kendinde topladığı güç onun ölümüyle cumhuriyete mi aktarılmıştır? Elbette hayır. Bu müstesna güç cumhuriyet yerine bizzat kralcılar tarafından bir sonraki Sezar’a teslim edilmiştir.
Böylece “Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek” deyimi zihinlerimize çakılmış, otoriter bir imaj olarak etimize girip yerleşmiştir.
Son dönemde merak edilen soru şudur: Kaddafi’nin hakkı kime verilecektir? Yeni Kaddafi’ye mi, yoksa totaliter bir cumhuriyete mi?
Her halükârda sihre inanan kalabalıklar yeni sihirbazlar beklemektedir ve sahneye çıkacak adaylar bu kadim gösteriyi sürdürmek, hem de gizli gerçeklik ipini farkettirmeden sürdürmek zorundadırlar.