Cahit Külebi, 1917 Tokat doğumludur. Şair, en az kendisi kadar ünlü Hikaye adlı şiirinin bir yerinde şöyle der:

“Benim doğduğum köyleri

Akşamları eşkıyalar basardı.

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz!”

Köyleri akşamları eşkıyaların basması…

Birinci Dünya Savaşı sonunda uğranılan yenilgi ile birlikte asker kaçağı sayısı 300 binlere ulaşmıştı. Bunlar, Anadolu’da iç isyanların insan gücünü oluşturduğu gibi aynı zamanda güvenlik açısından ciddi bir tehdit oluşturmaktaydı. İşgalci emperyalist güçlerin yanı sıra bunlarla da başa çıkmak gerekiyordu. Her dağ başında bir eşkıya çetesi vardı. Soygun, öldürme, tecavüz vb. eylemlerle ülkedeki sorunu daha da tırmandırmaktaydılar.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından, 1923 seçimleri öncesinde yayınlanan 9 Umde’nin(yani izlenecek program/seçim beyannamesi) üçüncü maddesi güvenlik konusunu kapsamaktaydı. Çünkü savaş kazanılsa da asayiş hâlâ sağlanamamıştı:

İlke 3:

Ülkede güven ve asayişin kesinlikle korunması en önemli görevdir.

Bu amaçla ulusun istek ve gereksinmesine uygun olarak sağlanacaktır.

Ortaya konan amacı gerçekleştirilmek için Cumhuriyetin ilk yıllarında yoğun çaba harcandı. Asayiş ile birlikte adaletin, sosyal adaletin sağlanması Cumhuriyetin kurucularının temel amaçlarındandı. Nitekim dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt şunları söylemişti:

“Cumhuriyet savcıları; Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanlarından tutunuz da, bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz sorumlusunuz”.

Aslında bizim yaşadığımız coğrafya bin yıldır güvenlik sorunuyla uğraşıyor. Önce Haçlı seferleri ve ardından Moğol istilası (önce Cengiz ve sonra Timur imparatorluklarının istilası), siyasal yapıları bozduğu gibi sosyal ve ekonomik hayatı da tahrip etti. Buradan çıkışı bir dönem için Osmanlı sağladı: PaxOttomana… Yani Osmanlı Barışı… Ancak son geleneksel tarım imparatorluğu olan Osmanlı, milliyetçiliğin ve kapitalizmin olmadığı bir çağa aitti. Dönüşemedi. Dönüşemeyince de zaman içerisinde çöktü. Onunla beraber –hatta onun çöküşünden çok önce- Osmanlı Barışı da sona erdi. Aslında Osmanlı açısından alarm zilleri, Celali isyanlarıyla daha 16. Yüzyılın ikinci yarısında çalmaya başlamıştı. Eşkıyalık, soygun her yeri kaplamıştı. Ondan sonra da imparatorluk dikiş tutmadı zaten…

Can ve mal güvenliği, temel haklardan biri… Nitekim Tanzimat Fermanı (1839) da bunu vaat etmişti. Malum Tanzimat, idari işlerin düzeltilmesi anlamına geliyor. Demek ki idari işler bozulmuş…

Can ve mal güvenliğinin olmadığı bir toplumda kalkınmadan ve refahtan söz edilemez. Demokrasiden de söz edilemeyeceği gibi…

Atatürk’ün 1931’de “Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz” demesi boşuna değildi…

Külebi, şiirinin devamda şunları söylüyor:

“Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!

Benim doğduğum köyler de güzeldi,

Sen de anlat doğduğun yerleri,

Anlat biraz!”

Son olarak şunu söylemek isterim ki, aydınlık ve güzel Türkiye için pusula Cumhuriyetin kurucu değerleridir.