EduardoGaleano, Latin Amerika’dan söz ederken “Yağma ve talanın olduğu yerde elbette direniş de var” demektedir. Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı kitabında, beş yüz yıl boyunca topraklarındaki zenginlikler nedeniyle yağmaya ve saldırıya maruz kalan Latin Amerika’nın acı hikayesini anlatmaktadır.

Coğrafyaların ülkelerin kaderi olduğunu İbni Haldun da Napolyon da söyler. Bu Latin Amerika için de böyledir. Ancak oraya ilişkin ilave olarak bitkilerin de ülkenin kaderi olduğunu söylemek gerekir. Biberin vatanı da Latin Amerika’dır. Acı biber -ve özellikle de Şili biberi- ile Latin Amerika’nın 500 yıllık yağmadan ve sömürüden kaynaklanan acısı paraleldir. Galeano bu hikayeyi anlatır. İçiniz burkularak okursunuz.

İçinde yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasının tarihi de yağma ve talan açısından Latin Amerika’dan belki biraz aşağı durumdadır. Aradaki fark İspanyol sömürgeciliği ile diğer ülke sömürgeciliklerinin arasındaki farktan kaynaklandığı gibi, aynı zamanda Ortadoğu’daki farklı toplumsal yapıdan ve devlet geleneklerinden kaynaklanmaktadır. Devlet geleneklerinden kastım özellikle Türkiye ve İran gibi köklü devlet geleneklerinin bu konuda oluşturduğu settir.

Ortadoğu coğrafyasının son bin yılda uğradığı iki dış saldırıyı anmak gerekir. Biri Batı’dan, diğeri Doğu’dan… Yani Haçlı Seferleri ve Moğol istilası… Bu beraberinde yağma ve talanı getirdi. Bölgenin zayıf kent geleneği iyice tahrip oldu, ticaretten bilime kadar geniş bir alanda ciddi gerileme yaşandı. Ancak Moğol istilası Anadolu’nun Türkleşmesini de kolaylaştırdı. Çünkü Moğollardan kaçan Türk boyları Anadolu’ya yöneldiler, burayı Türkleştirdiler. Uğranılan saldırı köklü devlet geleneğine binaen direnişi de getirdi. Türkler hem Haçlı Seferlerine ve hem de Moğollara direndiler. Yaşanan acılar ve kaotik ortam yeni bir İslami yorumu da beraberinde getirdi: Sufilik… Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre… Bu bilge insanlar, bin yıldır coğrafyamıza, toplumumuza ışık tutmaktadırlar.

19. yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başında Ortadoğu coğrafyası yine emperyalizmin saldırısına uğradı. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkıp teslim bayrağını çekince direniş, halka kaldı. Örneğin Ege bölgesinde efeler, zeybekler silahlarını işgalci güçlere çevirdiler. Mustafa Kemal’in önderliğinde genç subaylar, Müdafaa-i Hukukçular direnişi örgütlediler. Dönemin aydınlarının temel sorunu, “Bu devlet nasıl kurtulur?” sorusuydu. Nitekim bu bağlamda ideolojik savrulmalar yaşadılar. Eklektik çözümler ürettiler. Örneğin Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam’da bu serüveni anlatır. Turancılıkla başlayan serüven Bolşevizme varmış, oradan da Kemalizme ulaşmıştır. Aslında bu durum Aydemir’e özgü değildi. Örneğin ünlü TKP kurucusu Mustafa Suphi de ideolojik yolculuğuna Türk Ocağı’nda başlamıştı Aydemir gibi… Bugün belki bu ideolojik yolculuk anakronik bir şekilde hoş karşılanmayabilir. Ancak bu ideolojik yolculuğu, ülkeyi kurtarmak için çare ararken uğranılan limanlar olarak görmek gerekir. Dönemin aydınların yaşadığı ruhsal bozgunu Falih Rıfkı Atay Zeytindağı’nda anlatır. Aslında dönemin aydınlarının fikren nerelerden beslendiğini –Mustafa Kemal’in şahsında- Şerafettin Turan anlatır: Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar (TTK Yay., Ankara, 1989).

Latin Amerika’yı özetleyen kelime acı ise, bizim coğrafyamızı (Ortadoğu’yu) özetleyen kelime ise hüzündür. Her ne kadar Türkiye burada ayrıksı bir özellik taşısa da hüzün ve yaşamın neşesi birlikte yürümektedir. Urfa’nın acısı, Antep’in baklavası gibi… Yine ne bu coğrafya acılarla yoğrulduğu için hüzünlenmiştir: Yemen, Çanakkale, Hey Onbeşli türküleri boşuna söylenmemiştir. Acıyla hüzün iç içedir. Bunun timsali de Neşet Ertaş gibi bilge insanlardır.

Hüznün acıya dönüşmediği, yaşamın mutlulukla ve refahla kaplandığı bir coğrafya hayali Cumhuriyetin kurucu babalarının idealiydi. O nedenle de “Yurttaş barış, dünyada barış” için çalışmışlardı. Kurumlaşmanın egemen olduğu, kişi egemenliğinin ortadan kaldırıldığı toplamlarda refahın ve barışın geldiğinin bilincinde olarak bu işe girişmişlerdi. Sonuç olarak ülke yönetimlerinde Saddam, Kaddafi ve Esad gibi diktatörlerin elinde olduğu yönetimler son derece kırılgan ve dış etkiye açık oluyorlar. Sizi diktatörlerden kurtarmak, “demokrasi getirmek” (!) amacındaki dış güçler, demokrasi değil, acı getiriyorlar, yağma ve talanla birlikte… Tarihten ders çıkarmak gerek…