Türkiye’nin 200 yıllık modernleşme tarihinin tepe noktası olan Cumhuriyettir. Osmanlı modernleşmesi, devleti modernleştirerek çöküşten kurtulmayı hedeflerken Cumhuriyet modernleşmesi, devletin yanı sıra toplumu da modernleştirmeyi amaçladı. Cumhuriyet modernleşmesinin hedeflerinden biri de köylerdi. Demirel de, Cumhuriyet modernleşmesinin en somut örneklerinden biridir. Bir köylü çocuğunun köyünden çıkıp üniversite bitirip, ülke yönetiminde söz sahibi olabileceğinin ve ülkenin kurucu babalarının oturduğu koltuklara oturabileceğinin örneğidir. Bunun sağlayan Cumhuriyet ve Demokrasidir. Bu sayede Demirel, Lozan kahramanı İnönü’nün başbakanlık koltuğuna ve Cumhuriyet Devrimi’nin lideri Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturabilmiştir. Nitekim Demirel de bunu Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi’nin açılışında yaptığı konuşmada (2014) açık bir şekilde ifade etmişti:

"Bizim yaptığımız en büyük hizmet İslamköy’den bir çocuk çıkıyor, okuyabiliyor. Ben diyorum ki, ’Vatandaşım sen nerelisin?’. ’Çemişgezek’in şu köyündenim.’ ’Senin köyünden, senin çocuğundan da çıkar okur ve mühendis olur. Onunla kalmaz milletvekili olur, bakan olur, başbakan olur, cumhurbaşkanı olur.’ Ben bunu gösteriyorum. Bu cumhuriyet herkese eşit fırsatlar tanır. İşte Demirel’e tanımış. Bir köylü çocuğu.’Herkese fırsat tanınıyor bu fırsatları kullanın’ diyoruz. Bana açık olan her şey sizin çocuklarınıza da açık. Ben bunu söylemeye geldim size. Çocuklarınız ülkeniz hizmetinde rol alsınlar. Önleri açıktır, misali benim”.

Gerçekten de Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sürecinde yönetimde bulunanların büyük bölümü Mülkiye-Harbiye-Tıbbiye kökenliydi. Demokrat Parti’nin başkanı Adnan Menderes de eşraf kökenliydi. Demirel ise, Cumhuriyet döneminde doğan ve Cumhuriyetin parasız eğitim imkanlarından yararlanarak okuyabilen sıradan bir köylü çocuğu idi. Bu bağlamda Demirel’in başarısı, Cumhuriyetin başarısıydı.

Demirel, köylü bir ailenin çocuğu idi. Köyünde yaşanan sorunlar okuyup mühendis olduktan sonra da, politikaya atıldıktan sonra da onun dertleri olmaya devam etti; bu sorunları çözmeyi hedefledi. Şu sözler Demirel’indir:

“Ben henüz olgunlaşmadan kuruyan başakların olduğu yerlerden geldim. O başaklar su olmadığı için kurumuştu. Bizim kavgamız bozkırla yeşilin kavgasıydı. Bozkırı yeşile çevirmeliydik. İstanbul Teknik Üniversitesinden mezun olup devlet hizmetine girdiğimizde kavgamız buydu…”

Demirel, 1924’te Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de doğdu. Kendi deyimiyle yoksulluğu ve fukaralığı bilen bir insandı:

“O yıllarda unutamadığım hatıra ortaokula kaydolmamdı. Babam bir merkebe, ben bir merkebe binerek, Isparta'nın yolunu tuttuk. Okula kayıt için 6 vesikalık fotoğraf, 15 kuruşluk damga pulu, iyi hal kağıdı ve nüfus cüzdanı gerekliydi. Bunların masrafı 55 kuruş tutuyordu. O günlerde 55 kuruş, köylüye servet gibi geliyordu. Babam o sıkıntılı döneme rağmen parayı buldu ve beni ortaokula kaydettirdi...”

Demirel açısından bu dönemde köylünün yoksulluğu en temel sorundu ama, bunun kadar önemli ve hatta bundan daha yakıcı bir sorun daha vardı: Susuzluk… Hem DSİ Genel Müdürlüğü döneminde ve hem de sonraki başbakanlıkları döneminde köylünün susuzluk derdini çözmek, Demirel’in en temel hedefi oldu. Bu nedenle de “teknik adam” yani mühendis olmak istedi. Dolayısıyla Türk siyasetinde, “Yüksek Mühendis Mektebi” (İstanbul Teknik Üniversitesi) geleneğini başlatan Demirel oldu. 1949 yılında inşaat mühendisi olarak üniversiteden mezun oldu. Ardından 1950’de Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde çalışmaya başladı. Aynı yıl sulama ve elektrik işlerinde incelemelerde bulunmak üzere ABD’ye gönderildi. 1955’te Başbakan Menderes tarafından DSİ Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Dönemin yatırımlarında önemli bir etkisi olan Demirel, Menderes’in –ve Celal Bayar’ın-, “su müdürüydü”. O dönem için bir övgüyü ifade eden bu tanım, 1960’lı yıllarda Bayar tarafından bir hafifseme aracı olarak da kullanıldı. 

Demirel, 31 yaşında DSİ Genel Müdürü olmuştu. 38 yaşında iken siyasete atıldı. 1962’de Demokrat Parti’nin devamı olarak kurulan ve 27 Mayıs ile de sorun yaşayan Adalet Partisi’ne üye oldu, yönetiminde yer aldı. 40 yaşında iken, 1964’de Adalet Partisi Genel Başkanı seçildi. 1965’te, 41 yaşında iken de başbakan oldu.

Şubat 1970 tarihinde hükümetin istifasının ardından AP içerisindeki muhaliflerin ve CHP’nin beklentisi, Demirelsiz bir hükümet kurulmasıydı. Demirel, AP’deki muhalifleri kışkırtmakla İnönü’yü suçlarken, İnönü de Demirel’i “aşırı sağın mahir temsilcisi” olarak tanımladı. İnönü’nün Demirel için kullandığı bir cümle, Demirel’in 6 kez –2’si askeri darbe ile- gidip 7 kez gelmesiyle ilgili bir kehanet niteliği taşımaktaydı (Mart 1970):

“İnsanların siyasi hayatı bir defa hükümetten düşmekle sona ermez”

İnönü, Demirel’in siyasal yaşamında küllerinden yeniden doğacağını önceden tahmin etmişti denebilir.

İnönü’nün politikaya atılan iki mühendis, Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan’a yönelik bir tespitini de belirtmek gerekir (Ocak 1971):

“Mühendislerimiz ümit verici bir istikamet tutmamışlardır. Siyasî hayata girdikleri zaman ya, ‘Korkmadan Müslümanız diyebilelim’ derler. Bu, düpedüz, bütün Atatürk devrimlerini Saidi Nursi’nin gözü ile görmektir. Yahut çıkar, ‘Biz okullarımızda sosyal dersler değil, İmam-ı Gazali’nin derslerini okutacağız’ derler.

Tasavvur ediniz. Kurtuluş Savaşından sonra, Atatürk’ün bizden ayrıldığından 34 sene sonra, cemiyetin lâik Cumhuriyet ilkelerini anlayışı, mühendislerin ağzından bu sözlerle söyleniyor.

Bu tam bir irticadır arkadaşlarım”.

12 Mart öncesinde ve sonrasında Demirel’in iki tavrına dikkat çekmek gerekir. Birincisi Demirel’in demokrat kimliğidir. Burada Demirel’in ünlü “Yollar yürümekle aşınmaz” sözünü hatırlatmakta fayda var. Demirel, bu sözleri nerede söylemiş?

“Ankara İl Kongresinde halk hatibi bir arkadaşımızı dinliyorduk: ‘Efendim, diyordu; bu yürüyüşler de ne oluyor? Bunlara hiçin müsaade ediliyor?’

Kongre alkıştan yıkılıyordu. Ben çıktım: ‘Anayasanın 28. Maddesini bir okuyalım. Herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız toplanma ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir. Buna itiraz mı edeceğiz? Aslında bir arada olmaktan başka silahı olmayan halk için fevkalade iyi bir şey. Kabahat kimde? Tabanı kuvvetli olan yürüsün, sokaklar yürümekle aşınır mı?’ dedim” (8 Kasım 1968).

Demirel’in demokrat tavrının bir de diğer yönüne bakmakta fayda var. O da 12 Mart sonrasında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına yönelik sergilediği tavırdır. Elbette Gezmiş ve arkadaşları, adam kaçırma ve banka soygunu gibi eylemlere karışmışlardı ama idamı da hak etmemişlerdi. Demirel’in Meclis’te idamlardan yana tavır alması hazindir.

12 Eylül sonrasında siyasal yasaklı olsa da Demirel, mücadeleden vazgeçmedi. O’nun bir sloganı nasıl “Büyük Türkiye” idiyse, bir diğer önemli iki sloganı da “Konuşan Türkiye” ve “Yasaksız Türkiye” idi.

Demirel’i dönemlere ayırarak değerlendirmek gerekir. Sanırım Hangi Demirel sorusunu sormak gerekir. Birincisi mühendis Demirel’dir. İkincisi Başbakan Demirel’dir. Bu Demirel’i de 1980 öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak gerekir. Üçüncü Demirel ise, Cumhurbaşkanı Demirel’dir. Devlet adamı kimliğinin ön plana çıktığı, Büyük Türkiye söyleminin Çağdaş Türkiye söylemine dönüştüğü Demirel’dir.

1973 seçimleri öncesinde Ali Avaz’ın “Demirel, Demirel, iktidara yine gel / Millet seni istiyor, kimse olamaz engel…” demesi de Demirel’i anlatır; Fikret Kızılok’un “Süleyman Hep Başbakan” şarkısı da…

Demirel’in 38 yıllık siyasal hayatında, 6 kere gidip 7 kere geldi ve 10,5 yıl başbakanlık yaptı. 1964’te AP Genel Başkanı olmasından birkaç ay sonra, Başbakan İnönü’yü başbakanlıktan indiren isimdi Demirel… 1936’da Isparta’da bir köylü çocuğu olarak gördüğü İnönü’yü, 1965’te başbakanlıktan indirip yerine geçen Demirel’in başarısı, Cumhuriyetin ve Demokrasinin başarısıdır. Siyasi yasaklı olduğu yılların sona ermesinin ardından (1987), “Nerede kalmıştık?” diyecek kadar, siyasete, ülkeye küsmeyen, azmini yitirmeyen bir isimdi Demirel. “Demokrasilerde çareler tükenmez” diyen de yine O’ydu. “Siyasette 24 saat uzun zamandır” diyen de…

Demirel’i hoşgörülü bir politikacı ve devlet adamı olarak tanımlamak mümkündür. Kendisini şöyle tanımlar: “Tabii ki ben de sinirlenirim. Ben de öfkelenip yumruğumu havaya kaldırırım. Sonra o yumruğumu yavaş yavaş, yavaş yavaş ceketimin cebine sokarım. Yumruğu vurup işi bitirmek değil, sonuç alabilmek, uzlaşabilmek önemli”… Demirel’in tarihi, Türk demokrasi tarihi ile bir paralellik arz eder. Bugün, bu tarihten çıkarılacak çok dersler olduğunu da söylemek gerekir.

Demirel, siyasal hayatı boyunca CHP ile mücadele etti. Bu mücadele, ülkeyi daha iyi yönetme mücadelesiydi. Hiçbir zaman rejim mücadelesi şekline dönüşmedi. Demirel’in rejim ve Cumhuriyet ile bir sorunu olmadı. Aksine rejim ve Cumhuriyete sahip çıkan bir siyasal kimliğe sahipti. Cumhuriyet ve demokrasi sayesinde bulunduğu yerde olduğunun bilincinde olan, Cumhuriyetin kurucu babalarıyla, Atatürk’le, İnönü’yle sorunu olmayan bir politikacı ve devlet adamıydı.  

Türk Demokrasi Tarihi üzerine çalışan bir akademisyen olmanın en güzel yanlarından biri de, bu tarihin aktörleriyle tanışmaktır. Ben de bu konuda şanslı biriyim. Bülent Ecevit’i de Erdal İnönü’yü de tanıdım. Demirel’i ise tanıdığımda yıl 2010’du. CHP’li Muammer Erten’in anılarını (Topraktan Parlamentoya) yayına hazırlamıştım. Erten, Demirel’in hemşerisiydi. Kitabın tanıtım kokteyli Ankara’da Pembe Köşk’te yapıldı. Demirel ve Özden Toker birer konuşma yaptılar. Demirel’i ve İnönü’nün yakınlarını bir arada görmek benim açımdan son derece öğreticiydi. Tarihçi olarak geriye dönüp baktığımda Demirel’in geçirdiği evrim, Cumhuriyetin başarısıdır diye düşünüyorum. Bugün ülkeyi yönetenlerin de Cumhuriyetin kurucu kadrosuyla ve çağdaş bir demokrasiyle barışık olmalarını dilerdim.