Selefilik, İhvan ve Şia Ekseninde Ortadoğu’da medeniyet içi çatışma

Nisan ayı sonunda Barcelona’ya giderken uçakta elimde Literatür yayınlarından yıllar önce çıkan Franco Cardini’nin Avrupa ve İslam kitabı vardı. Malum İslam’ın Avrupa’yla tanışması Akdeniz üzerinden ve özellikle de 8. Yüzyılda İspanya’nın güneyinin Endülüs’e dönüşmesiyle oldu. Bunu ilerleyen yüzyıllarda Osmanlı’nın Avrupa’nın doğusundan Viyana önlerine kadar ilerlemesi izledi. Ancak bu süreçte Avrupa’nın karşı atağını da unutmamak gerekir: Haçlı Seferleri… Bu, gerçekten de Avrupa’nın kendi sınırlarının ilk kez dışına çıkması oldu. Bu ilk ve öncü çıkış, 500 yıl önce coğrafi keşiflerle daimi bir hale dönüştü. Coğrafi keşifleri yapacak güce ve dinamizme ulaşmak üzerinde durulması ve incelenmesi gereken önemli bir konu… 

Avrupa’nın tarihi, savaşların ve sınıf mücadelelerinin de tarihidir. Söz konusu savaşların nedenleri arasında din ve mezhep savaşlarını, ekonomik unsurları da saymak gerekir. Avrupa yüzyıldan fazla süren mezhep savaşlarını laik/seküler bir kimlik benimseyerek 30 yıl savaşlarının ardından (1648) aşabildi. Ekonomik nedenlerle kendi içinde savaşmayı ise çok daha geç ve daha ağır bedeller ödeyerek öğrendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının ardından Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulması bunu sağladı. Dolayısıyla Batı Avrupa, 1945’ten beri kendi içerisinde savaşmıyor. 

Soğuk Savaşı’nın bitişi ile birlikte Doğu ve Batı dünyasının ideolojik, siyasal ve ekonomik mücadelesinin yerini başka çatışma alanları doldurdu. Bunun aslında küresel ölçekte ilk örneğini Soğuk Savaş’ın hemen ertesinde “Medeniyetler Çatışması” teziyle Samuel Huntington verdi. Hungtinton 1993’te Foreign Affairs adlı dergide yayınlanan makalesinde konuyu ele almış ve ardından bunu genişletmişti. Kitap, Türkçeye de -tartışmalarıyla birlikte- çevrilmişti. 

Hungtinton, uluslar arası ittifakları ya da çatışmaları artık siyasal ya da ekonomik ideolojilerin değil, medeniyetlerin belirleyeceğini ileri sürdü. Dolayısıyla yeni “öteki” komünizm ya da kapitalizm değildi; dini temel aldığı belirtilen Medeniyet’ti.

Aynı tarihlerde Francis Fukuyama da Tarihin Sonu’nu ilan etmişti. 

Artık sınıf çatışması bittiğine göre (!), 21. Yüzyılda dünyaya yeni bir çatışma alanı gerekiyordu. 11 Eylül 2001’deki ikiz kulelere yönelik saldırı da tam bu ideolojik hegemonya kurma çabasıyla paralel gelişti. 

Küreselleşme süreci dinsel, etnik ve mezhepsel çatışmaların ortalığa saçıldığı bir dünyayı da beraberinde getirdi. Bu konuda ilk bedel ödeyen ülke Yugoslavya oldu. Şimdi onu Irak ve Suriye izliyor.  

Hungtinton’un ele aldığı medeniyetler arası çatışma meselesinin günümüzde medeniyet içi çatışmaya doğru gitmektedir. Hıristiyan Batı medeniyeti içerisinde bir savaş yok. Avrupa, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan beri kendi içerisinde savaşmıyor. AB, bir barış projesi olarak yürürlükte. Benzer bir durum Uzakdoğu için de geçerli… Ortadoğu’da yani İslam dünyasında sorun var. Müslüman olan bu coğrafya mevcut din temelli tanımlanan medeniyetler (!) içerisinde en geri olanı… En dinsel olanı… Coğrafyaya din temelli siyaset, mezhepçilik ve etnisite pompalandıkça çatışma tırmanıyor ve tırmanacak. Yeterince parçalanmış olan bu coğrafyada, iki buçuk devlet var. Biri Türkiye, diğeri İran. Buçuk da Mısır. 

Uzun yıllardır bölgede Sünni-Şii temelli bir bloklaşma zaten var. Ancak ilk kez Sünni blok da kendi içinde açık bir şekilde çatladı. Sünni İslam’ın selefi yorumu ile İhvan (Müslüman Kardeşler) yorumu çatışma halinde… Bu bölgesel bir çatışmaya yol açacak boyutta ilerliyor. 

Oysa bu coğrafya İhvan, Şia ya da Selefilikten birini tercih etmek zorunda mıdır? Seküler/laik bir model geliştiremez mi? Türkiye bu bataklığa girmek zorunda mı? Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip çıkarak yoluna devam edemez mi?

Ekonomik olarak üretmeyen ama sorun üreten bir coğrafyada yaşıyoruz. Marjinalleşiyoruz. 1,8 milyar nüfusa sahip tüm İslam dünyası 80 milyonluk bir Almanya kadar üretmiyorsa sorun var demektir… Bunun için de sihirli formüle de gerek yok. Rota Atatürk’ün yoludur. Üretime dayalı bir ekonomi, hukuk devleti, barışçı bir politika, eğitime önem verme, seküler/laik bir üst kimlik inşa etme ve parlamenter demokrasi…  Tarihsel miras ile coğrafyaya örnek olmak varken, coğrafyanın tarihine gömülmeyelim.