Millet kavramının tarihsel arka planı

Modernleşme dediğimiz olgu son 500 yılın ürünü… Kökleri Ortaçağa dayanmakla beraber, daha görünür olduğu ve şekillendiği dönem, 16. yüzyıldır. İlk modernleşen ülke İngiltere oldu. Modernleşme de beraberinde milliyetçiliği getirdi. Her ne kadar milliyetçiliğin Fransız Devrimiyle doğduğu söylense de, ana hatlarında 16. yüzyılda belirgin bir şekilde ortaya çıktığı açıktır. Bu bağlamda üç temel başlıktan söz edebiliriz:

- Merkantalizm ile birlikte ulusal ekonomilerin/ulusal burjuvazilerin yükselişi,

- Ulusal dillerin yükselişi

- Reform hareketi ile Papalığın güç kaybetmesi ile Protestanlığın doğuşu ve ulusal kiliselerin yükselişi.

Tekrar edecek olursak; ulusal burjuvazi, ulusal dil ve ulusal kiliselerin yükselişinin oturduğu üçlü sacayağı, ulusal devletlerin önünü açtı. 

Yukarıda sözünü ettiklerimin ilk yaşandığı ülke İngiltere oldu. 16 Mayıs 1532 tarihinde İngiltere’de VIII. Henry kilisenin Yüce Başkanı olarak tanındı ve Katolik Roma’dan kopuldu. Papalık kapı dışarı edildi. Buna karşı çıkan Sir Thomas More, Lordlar Kamarası başkanlığından çekilmek zorunda kaldı. Vatana ihanetten yargılandı. 6 Temmuz 1535’te idam edildi. Ütopya’nın ünlü yazarı More, İngiliz kilisesinin işlerinde Papalığın değil İngiltere kralının sözünün geçmesine karşıydı. More, her şeyden önce bir Hıristiyan’dı. Onun için ana kimlik Hıristiyanlıktı; İngiliz olmak ise tali/yan bir şeydi. Oysa zamanın ruhu bambaşka bir alana yönelmekteydi. Ana kimlik ulusal olana doğru akmaktaydı, Hristiyanlık ise tali/yan kimlik haline gelmekteydi. More’un ıskaladığı buydu. 

Zaman artık milliyetçilikler çağıydı. En azından İngiltere açısından birey ve yurttaş kimliğine dayalı bir yeni toplumsal kimlik inşa edilmekteydi. O kimlik, beraberinde demokrasiyi de getirdi. Bu bağlamda Antony Ashley Cooper (1621-1683), Earl of Shafesbury’de dönemin algısını şöyle dile getirmektedir:

“Zorla bir arada tutulan bir kalabalık, bir ve aynı kişinin yönetiminde de olsa, uygun bir şekilde birleşmiş değildir. Böylesi bir bünye bir halk da olmaz. Bir topluluğun üyelerini bir araya getiren ve bir Halkı halk yapan, ortak iyi ya da çıkar temelinde kurulmuş toplumsal birlik … ve karşılıklı rızadır. Güç kamuyu ilga eder ve kamuoyunun ya da anayasanın olmadığı yerde, gerçekte ana-Vatan ya da Millet olmaz”. 

500 yıl önce başlayan süreci şöyle ayırmak mümkün: Milliyetçilik öncesi dönem, milliyetçilik sonrası dönem… Millet kimliğinin toplumsal kimliğin özü haline geldiği, arızi/yan bir kimlik olmaktan çıktığı bu döneme İngilizler erken girerken Türkler geç girdi. Çünkü milliyetçilik ve kapitalistleşme son 500 yılın iki ana akımı olarak modernleşme sürecinin ürünüdür. Geç modernleşen, tarım toplumundan çıkamayan toplumlarda çok daha geç ortaya çıkmıştır.

Thomas More’dan 500 yıl sonra dinsel kimlik mi, ulusal kimlik mi meselesini geç bir şekilde Ortadoğu coğrafyası tartışıyor. Aslında tartışmıyor. Dinsel kimlik ağır basıyor. Üzücü olanı bu tartışma Türkiye’de yaşanıyor. Hem 200 yılı aşkın bir süredir devam eden modernleşme tarihine ve Atatürk’ün/Cumhuriyetin mirasına rağmen… Hadi More’u anlamak mümkün, İngiltere dünyada yaşanan ilk deneyimdi. Bizde hâlâ dinsel kimliğin peşine takılan, 500 yıllık modernleşme tarihini ıskalayanlara ne demeli? Zamanın ruhunu, birey ve yurttaş temalı milliyetçiliği, üretime dayalı ekonomik modeli ve demokratik toplumu ıskalayanlar, tarihin kaybedenleri olarak tarihe geçecekler. Dolayısıyla 500 yıllık Avrupa’daki değişimi model alan ve onun demokratik kültüründen esinlenen Cumhuriyet modelini izlemek ve başka çıkış yolumuz olmadığını hatırlatmak boynumuzun borcudur.    

Kaynak:

Liah Greenfeld, Milliyetçilik, Moderniteye Giden 5 Yol, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve Amerika Örnekleri, Alfa Yay., İstanbul, 2017.