Klasik dönem Osmanlı padişahları akıllı adamlardı. Siyaset ve strateji bilirlerdi. Örneğin II. Beyazıt –tüm sofuluğuna rağmen- İspanya’dan Musevileri büyük memnuniyetle imparatorluğuna kabul etmişti. Ardından oğlu Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Arap topraklarına doğru imparatorluğu genişletti. Önce Suriye’yi ardından Mısır’ı aldı. Bu hamlesinin ardında İpek ve Baharat yollarını tamamıyla kontrol altına almak ve imparatorluğun zenginliğini arttırma amacı vardı. Ancak amaç bundan ibaret değildi. Hint Okyanusuna ulaşarak –Akdeniz’in/İslam dünyasının aracılığını ortadan kaldırma ve- baharatı doğrudan elde etme amacındaki Portekiz’i durdurmayı da hedefliyordu.  Hint Okyanusunda Portekiz’i durdurma çabası, Kanuni döneminin de önemli çabalarından biriydi ve ama Kızıldeniz’de donanma oluşturarak Portekiz’le mücadele başarılı olamadı. Bununla birlikte bir “cihan devleti” olarak Osmanlı Avrupa siyasetine de yön verdi. Kanuni, yine başarılı bir siyaset ve strateji örneği olarak Avrupa’da Habsburg egemenliğine karşı Bourbonları (Fransa) destekledi ve Avrupa’da bir denge oluşturdu. 16. Yüzyıl yeni bir dünyanın kurulduğu ve Avrupa’nın kendi sınırlarının dışına kesin olarak taştığı yüzyıl oldu. Osmanlı açısından ise aynı yüzyıl gücünün doruğu olmakla beraber, sonun başlangıcını da işaret etmekteydi. Klasik tarım imparatorluklarının sonu gelmekteydi. Nitekim tüm modernleşme çabalarına rağmen tarım imparatorluğu sınırlarının dışına taşamayan Osmanlı için 19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın başı dağılma dönemini oluşturdu. 

1516 yılında girilen Arap topraklarının kaderi bundan tam 400 yıl sonra yeniden çizildi. 9 Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot antlaşması ile, Osmanlı topraklarının özellikle Arap coğrafyası (Petrol coğrafyası da diyebiliriz) İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. Elbette ki aslan payını İngiltere alacaktı. Osmanlı'ya karşı ayaklansın diye Araplar da teşvik edildiler. Söz konusu gizli paylaşma antlaşması, Arapların ağzına da bir parmak bal çalıyordu. Malum dönem “Pan” milliyetçilikler çağıydı ve Araplar da bundan geri kalmak istememişti. Antlaşmaya göre, “Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak”tı. Bu teşvikle, bir ay sonra 10 Haziran 1916 tarihinde Hicaz’da Şerif Hüseyin ve oğulları ayaklandı. 

Şerif Hüseyin, Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girmesini hafifseyip eleştirmiş ve oğlu Abdullah’a, 

“Hele toz duman bir dağılsın,

Ata mı bindin, eşeğe mi anlarsın”

Demişti. Osmanlı’yı Almanya’nın yanında savaşa girdiği için eleştiren Şerif Hüseyin, savaş sonunda İngiltere’yle birlikte hareket etmenin bedelini ödedi. Aynı bedeli İttihatçılar da ödedi… Savaşın dışında kalmayı başaramadılar. 

Ortadoğu, 19. Yüzyılın ikinci yarısında tekrar önem kazanmıştı. Bunda önemli olan faktörlerden biri yukarıda değindiğimiz gibi petroldü. Diğeri ise Süveyş kanalının açılmasıyla birlikte Uzakdoğu’ya, yani İngiltere’nin sömürgelerine giden yolun kısalmasıydı. İngiltere, Akdeniz’in girişini (Cebelitarık) de çıkışını (Süveyş) da kontrol etmekteydi. 

Sanayi Devrimi’nin temelinin enerji kaynağı olarak kömür oluşturmaktaydı. Bunun yerini daha sonra petrol aldı. Dünyanın ilk sanayileşen devleti İngiltere’nin Mondros Ateşkes Antlaşmasının ardından ilk işgal ettiği Osmanlı toprağı Musul’du… Musul’un işgali, Mondros’tan hemen bir hafta sonraydı (6 Kasım 1918). Osmanlı başkenti İstanbul’a bile İtilaf devletleri donanmasının gelişi daha sonraydı (13 Kasım 1918). 

100 yıl sonra bugün Musul ve Kerkük yöresi hâlâ gündemde ve hâlâ emperyalist güçler bölgede… Sykes-Picot’un ardından yine 100 yıl sonra sınırlar yeniden çizilmekte… Musul meselesinde 1925’te Şeyh Sait emperyalizmin işine yarayan bir aparat olarak kullanılmıştı. Bugün de yine aynı durum söz konusu isimler değişmiş durumda sadece… Barzani, PKK, PYD… İŞID bölgenin parçalanmasında önemli bir dağıtıcı/parçalayıcı güç olarak kullanıldı. Şimdi ise PKK, PYD gibi unsurlar dağıtılan bu yapıyı yeniden dizayn etmede kullanılıyor. Düne kadar kullanılan ılımlı İslam unsurlarının yerine seküler Kürt devlet yapılanması konulmaya çalışılıyor. Bölgeye yeni bir İsrail yerleştiriliyor. Bu oyunu bozmanın en önemli yolu tarihten ders çıkarmak… Atatürk dönemi dış politikası bize yol gösterebilir. Sadabat Paktı ile Balkan Antantı gözden geçirilebilir. 

Bölge ülkelerinin “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak” için diğer ülkelerin sınırını değiştirmeye yönelmemesi ve kendi aralarında işbirliği yapmaları gerekiyor. Ancak diğer taraftan birbirlerini kollamaları da ayrı bir zorunluluk… Türkiye ile İran’ın işbirliği önemli… İki ülke 400 yıla yakın bir zamandır savaşmasa da hep rekabet halinde oldular. Bu kaçınılmaz olarak devam edecek. Birbirlerini kollamayı sürdürecekler. Eğer geçmişte ders çıkarmayı beceremezsek Falih Rıfkı’nın Zeytindağı’nda anlattığı hazin tabloyu yaşamak söz konusu olabilir. 

Nasıl Birinci Dünya Savaşı’ndan ders çıkararak İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak durmayı başarabilmişsek, bugün de geçmişten ders çıkarabilmek gerek. Dün dersi başta İnönü olmak üzere dönemin devlet adamları çıkarmıştı. Onlara minnet borçluyuz. Bugünkülerden de aynı dersi çıkarmalarını bekliyoruz.