1924 Anayasa Tartışmaları Işığında Mahmut Esat Bozkurt

Türkiye tarihinde ilk anayasa, geç Osmanlı dönemine aittir. 1876 tarihli Kanunu Esasi, padişah tarafından atanan bir komisyon tarafından hazırlanmış ve yine padişah tarafından ilan edilen bir metindir. 1921 Anayasası ise hazırlanışı ve ilan edilişi itibarıyla kendinden önceki anayasadan farklı olduğu gibi, egemenlik anlayışı itibarıyla ondan çok farklı bir niteliğe sahiptir. 1921 Anayasası gibi 1924 Anayasası da TBMM’de kabul edildi. 1924 Anayasasının görüşmelerinin 1921 Anayasa görüşmelerine nazaran daha az özgürlükçü bir ortamda kabul edildiği, “tek parti egemenliğinin kurulmaya başladığı ve örgütlü muhalefetin olmadığı” bir Meclis tarafından yapıldığı düşünülebilir. Ancak 1921 Anayasası hazırlandığı dönemde de TBMM’de örgütlü bir muhalefetin varlığından söz edilemez. Üstelik 1924 yılının ilk ayları TBMM’de örgütlü muhalefet olmasa da özgür bir tartışma ortamının olduğu bir döneme tekabül etmektedir. İlave olarak Anayasa tartışmaları, komisyonun hazırladığı metne nasıl bir muhalefet edildiğini açık bir şekilde göstermektedir. Yapılan tartışmalar, bazı maddelerin reddedilmesi ya da değiştirilmesi, demokratik ve özgür tartışma ortamının açık bir göstergesidir. Yine aynı dönemin tartışma ortamı ve ülkenin içinde bulunduğu şartlar çok da tek parti egemenliğinin kurulmaya başladığını gösterir gibi değildir.  

1924 Anayasa tartışmalarının yeni harflerle yayınlandığı tarih 1959’dur. Tarihin manidar olduğunu söylemek gerekir. Bu kitaba önsöz yazan isim de yine dikkat çekici bir isimdir: Tahsin Bekir Balta… Balta -bir hukukçu olarak-, otoriterleşen DP’ye karşı yürütülen muhalefetin önde gelen isimlerden biridir. DP’nin giderek otoriterleştiği ve yürütme organının parlamentoyu etkisizleştirdiği bir dönem söz konusudur. Dolayısıyla Cumhuriyetin kurucu kültüründen uzaklaşıldığı vurgusu yapılırken, TBMM’ye de 1924’te yürütmeye karşı direnci, ulusal egemenliğe sahip çıkması hatırlatılmaktadır. Özetle belki de o günlerden ders alınması istenmektedir. Balta kitabı yazdığı önsözde, Anayasa komisyonunun önerdiği ama Meclis genel kurulunun kabul etmeye yanaşmadığı şu noktalara dikkat çekmektedir:

- İkinci bir Meclis/Senato kurulması

- Cumhurbaşkanının Meclis karşısındaki gücünün arttırılması

- Cumhurbaşkanının Meclis dışından da seçilebilmesi

- Cumhurbaşkanının seçilme süresinin 7 yıla çıkarılması

- Cumhurbaşkanına Meclis fesih yetkisi verilmesi

- Cumhurbaşkanına bir tür veto yetkisinin verilmesi

- Fiili Başkomutanlığın Cumhurbaşkanına verilmesi

1920’de açılan BMM, kendinden önceki Osmanlı parlamentolarından pek çok noktada ayrılmaktaydı. Birinci Meclis, her şeyden önce kendi üzerinde hiçbir otorite ve güç tanımıyordu ve buna padişah-halife de dahildi. 1921 Anayasası’na dayanan egemenliğin kayıtsız şartsız Meclise ait olduğu, Meclis üstünlüğü sisteminden taviz vermemek, 1924 anayasa görüşmelerinin de temelini oluşturdu.  

TBMM’nin kabul ettiği ikinci Anayasa, 1924 Anayasası oldu. Anayasa Komisyonunun hazırladığı taslağın genel kuruldaki görüşmeleri sırasında yürütmenin, Cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılması karşısında ciddi tartışmalar yaşandı. Komisyonun başkanı Yunus Nadi, mazbata muharriri Celal Nuri ve katibi de Feridun Fikri beylerdi. Tasarının Meclis’in gücüne ve etkisine “halel”  getirebileceği düşünülen maddelerine şiddetle itiraz edenlerin siyasal pozisyonlarına baktığımızda bunlar arasında kısa bir süre sonra kurulacak olan TpCF mensupları yer aldığı gibi (Dersim milletvekili Feridun Fikri, Sivas milletvekili Halis Turgut…) bunların yanı sıra Kemalist kadro içerisinde yer alan milletvekilleri de bulunmaktaydı: Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker ve Refik Koraltan… 

Encümenin Anayasa tasarısına karşı çıkanlar arasında yer alan Mahmut Esat Bozkurt, Encümen başkanı Yunus Nadi’nin Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde yazılar yazıyordu ve her ikisi Resmi TKP içerisinde de yer almışlardı. Mahmut Esat ile Yunus Nadi’nin dostluklarının, yakın ilişkilerinin muhtemelen bu anayasa tartışmaları sırasında bozulduğu tahmin edilebilir. Daha anayasa tasarısı Meclis gündemine gelmeden çok önceleri Mahmut Esat, Meclisin temsil ettiği ulusal egemenlik fikrinin zayıflatılması olasılığından ve yürütmenin güçlendirilmesi çabalarından söz ediyor; hazırlanan taslağı basındaki makalelerinde eleştiriyordu. Örneğin bunlardan bir tanesinde Bordeaux Üniversitesi’nin “faziletli” anayasa hukuku profesörlerinden Leon Duguit’den alıntı yapıyordu:

“Parlamentarizm sistemi muhit ve diyar meselesidir. Bu sistemin semereli neticeler verebilmesi için mutlaka yürütme heyeti ile yasama kudreti arasında prestijce, ehemmiyetçe, liyakatçe vs hususlarda mutlak bir denge lazımdır. Aksi halde sistem yürütme heyetinin diktatörlüğü ile neticelenir”. 

Mahmut Esat, parlamenter sistemin yürütmeyi güçlendirmesinden endişeliydi. Sorumluluğu üstlenen yürütme organının sahip olduğu geniş yetkiler o kadar ilerleyebiliyordu ki, parlamentoyu fesih bile edebiliyorlardı. Parlamentoyu dağıtma kudretine sahip bir yürütme organı “bir gün parlamentoya hesap vermek canı istemezse ne olacak?!!”

Kabine sistemi yerine meclis hükümeti sisteminin devam etmesini, gücün Mecliste olmasını isteyen Mahmut Esat bir başka yazısında “Türk halkı, ihtilalinin kendisine bahşettiği mutlak hakimiyet esaslarından en ufak bir fedakarlığı bile göze alamaz. Tekmil bir dünya tarihi içinde bütün cefa ve meşakkatlere rağmen alnı yüksek, başı daima sorguçlu yürüyen Türk için bu bir alçalma olur” demekteydi. 

Mahmut Esat’a göre 1921 Anayasasının eksikleri vardı. Bunlar tamamlanmalıydı. Ancak bu tamamlanma, kuvvetlerden birliğin vazgeçilerek ve milletin egemenlik hakkını kullanmasını zayıflatarak olamazdı. Bu, ihtilalin kazanımlarından vazgeçmek olurdu:

“Denebilir ki, kuvvetli bir hükümet lazımdır. Fakat kuvvetler birliği bunu neden mani olsun?! Yine denilebilir ki Meclisin mutlak yetkilere sahip olması parlamento diktatörlüğüne varabilir. Bizde böyle bir şey olmadı. Tarihin kaydettiği diktatörlükler, istibdatlar, meclislerin değil, hükümetlerin hesabınadır”.

Mahmut Esat, 9 Mart 1924 tarihli Meclis oturumunda Anayasa tasarısını eleştirdi, Cumhurbaşkanına fesih yetkisi vermeyi “darbe” olarak tanımladı.  Bu sözler üzerine, “Hangi darbe” sorusunu soran Yunus Nadi’ye Mahmut Esat şu yanıtı verdi:  

“Efendiler iyi bir hükümet gelir, iyi bir Reisicumhurumuz vardır. Bunlar riayet eder. Doğrudur. Fakat mesele, bir reisicumhur meselesi değildir. Bütün bir Türk mukaddesatı meselesidir (Bravo sesleri). 

Efendiler Türk milletinin mukadderatını, bahusus Hakimiyeti Milliye Esası üzerine Milli Hakimiyetine çok kıskanç olan Türk milletinin mukadderatını, can, kan, mal pahasına, yangın pahasına hakimiyetini kurtaran bir milletin mukadderatını ihtilalin, inkılabın başlangıcından dört beş sene geçmeden evvel mutlak idarede olmayan bir sisteme terk ve tevdi edemeyiz efendiler. (Bravo sesleri) (Alkışlar).  

 (…)

Efendiler bir meclis vardır, tasavvur buyurunuz ki kabine; Meclisi fesheyleyecektir ve diğer Meclis ayan da yoktur. Meclis, feshedileceğini haber almıştır ve bir saat evvel kabinenin fesih kararına aidolan maddeyi ben ilga ettim demiştir. Kabine o vakit nereye gidecektir ve ne yapacaktır? Arkadaşlar sulisanı ekseriyet lazımmış fesih zamanında ekseriyet bile olur efendiler. O zaman ne olacaktır efendiler? Kabine terki mevki edecektir. Bittabi reisicumhur da müşkül mevkide kalacağından o da terki mevki etmek ihtiyacını görecektir. Bu olmadığı takdirde memlekette bir ihtilal olacaktır. 

 (Yunus Hadi Beye hitaben) İşte efendim biraz evvel sormak lütfunda bulunduğunuz sualin cevabı budur. (Alkışlar) (handeler)

(…) … daimi surette Meclis tahakkümünden bahsedenlere cevap olmak üzere şunu da arz etmek mecburiyetindeyim. Meclislerin tahakkümü bütün tarih içinde ancak bir veya iki misal irae olunabilir. Fakat tahakküm ve istibdadın menbaı, tarihin başlangıcından, tarih, devlet mefhumunu tanıdığından bugüne kadar bütün icra heyetlerinden gelmiştir. (Bravo sesleri, alkışlar). Ve efendiler milletlerin bugüne kadar döktükleri kan, hep icra heyetlerinin milletlerin başına indirdikleri mütemadi istibdat yumruklarından ileri gelmiştir. (Bravo sesleri). Ve nihayet efendiler, milletin mümessili olan Meclisin muvakkat bir tahakkümü ve istibdadı olmamakla beraber, meclisin muvakkat bir tahakkümü milletin tahakkümü demektir ki bu da zalimlere ve müstebitlere karşı istimal edilir. (Bravo sesleri, alkışlar)”.

Cumhurbaşkanına Meclisi fesih yetkisinin ancak iki meclisli bir yapıda söz konusu olabileceğini belirten Mahmut Esat, tek Meclisli bir modelde Cumhurbaşkanına fesih yetkisinin verilmesinin “sakat” ve “ayıp” olduğuna dikkat çekmekte ve eğer böyle bir karar alınırsa ileride devrimin bu maddeyi kesinlikle kaldıracağı fikrindedir. “Türk milleti hürriyetin ve istiklalin zevkini bütün tarih içinde her milletten fazla tatmış bir millettir. Hiçbir zaman, hiçbir vakit ve hiçbir suretle bu hakkını feda edemez. Heyeti Celileniz bilhassa bunun muhafazası için toplandınız ve millet, bizden bunun muhafazasını istiyor, arkadaşlar… Umuyorum ki vazifemizi yapacağız. (Alkışlar, bravo sesleri)”.  

Mahmut Esat’ın Meclis’teki eleştirilerini basındaki eleştirileri izlemekteydi. Aylar önce basında yer almaya başlayan eleştirileri, Meclis görüşmeleri sürerken de devam etmekteydi. Bunlardan birinde yine şunları söylemekteydi:

 “Bizi, millet meclisini kusursuz görmekle itham edenler var” diyen Mahmut Esat, Meclisin de bir gün iş göremeyecek hale gelebileceğini söyleyenlere şu yanıtı veriyor: “Meclisin iş göremeyecek bir hale geleceği kabul olunuyor da, icra heyetinin böyle bir vaziyete düşemeyeceği nereden çıkarılıyor?” Meclisin hükümeti düşürebileceği söylense de fesih yetkisinin olduğu bir ortamda bunun mümkün olmadığını, böyle bir şey için ihtilali göze almak gerektiğini belirtmektedir. Yine Mahmut Esat’a göre, “Meşrutiyet tarihimizde kayıtlı fesih yetkisi bile korkunç darbelerle neticelendi”. Ülke parçalanırken vatanın öz sahiplerinin oy kullanmaya bile vakit bulamadıklarını belirten Mahmut Esat, Cumhurbaşkanına verilen fesih yetkisini devrimin dinamit üzerine oturtulması olarak yorumlamaktaydı. Burada özellikle II. Abdülhamit’in Birinci Meşrutiyet’te, Vahdettin’in 1918 ve 1920’de fesih yetkisini kullanmasını milletvekillerinin unutmadıklarını ve bundan bir ders çıkardıklarını söylemek gerekir. Benzer şekilde Enver-Talat-Cemal Paşaların liderliğini yaptığı İttihatçı yönetici kadronun da Meclisi etkisiz hale getirdikleri gerçeği de yakın tarihin hatıraları arasındaydı.  

Anayasanın 25. Maddesinin Meclis genel kurulunda iki kere, büyük ve ezici bir çoğunlukla (2 kabul, 2 çekimser, 127 ret) reddedilmesini Sada-yı Hak gazetesine verdiği demeçle yorumlayan Mahmut Esat’a göre, bu madde milli hakimiyet esasına ve devrimin ilkelerine bir darbeydi ve gericiydi:

“Bu maddeyi kırmızı oylarıyla imha edenler, inkılabın henüz mürekkebi kurumayan yüksek prensiplerine hürmet ve sadakat etmek istediler. Tarihte taç ve taht hakkı olan bir yetkiye halk inkılabının mukaddes ocağında yer vermemek istediler ve yer vermediler”.

25. maddenin yürütme ve yasama yetkisine sahip TBMM’nin hükümetle anlaşmadıkça kanun bile yapamamasına yol açabileceğini belirten Mahmut Esat, Meclisin yasama yetkisini bile kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını söyledi. Encümen reisi Menteşe mebusu Yunus Nadi Bey’e, fesih yetkisinin kabulünün mü yoksa reddinin mi milli hakimiyete darbe olduğunu sordu. Teşkilatı Esasiye Kanun tasarısının Halk Fırkası içerisinde müzakere edilmediğini, parti yönetiminin milletvekillerini Meclis görüşmelerinde serbest bıraktığını ve Meclis görüşmelerinin tam bir özgürlük ortamında gerçekleştiğini vurguladı. 

Mahmut Esat’a göre, görevdeki hükümetin engelleme (obstrüksiyon) çabalarına rağmen 25. Maddenin 127 kırmızı oyla imha edilmesi, “genç ve dinç Türk İnkılabı’nın pek heybetli hücumu” anlamına geliyordu. Dünya demokrasilerinden örnekler veren Mahmut Esat, ABD ve İsviçre’de fesih yetkisinin olmadığını, Fransa’da ise cumhurbaşkanının fesih için ayanın/senatonun onayını almak zorunda olduğunu, Türkiye’de ise ayanın olmadığını belirtmektedir. İsviçre’yi örnek almamızı öneren Mahmut Esat, o seviyede olmadığımızı söyleyenlere II. Abdülhamit’in de 33 yıl süren istibdadının gerekçesinin de bu tehlikeli teori olduğuna dikkat çekmekteydi. Kayıtsız şartsız milli hakimiyet adına 25. Maddeyi savunanların kendisine Madam Roland’ın “Ah hürriyet! Senin adına ne cinayetler işleniyor!” sözlerini hatırlattığını belirtmekteydi. 

Maddeye karşı çıkan milletvekillerinden biri Saruhan mebusu Reşat Bey’di. Reşat Bey’in sözleri çok çarpıcıydı: 

Reşat Bey: Arkadaşlar, bendeniz arzuyu, heyecanı ve şahsi kanaatimi şu suretle hulasa edeceğim. Maruzatım uzundur. Fakat bazıları mütehassis oluyorlar. Müteessir oluyorlar. Kannatı katiyem şudur ki farzı mahal olarak Allah Reisicumhur olsa, kati arzediyorum, kestiriyorum (Haşa sesleri) Haşa… melaikei kiram heyeti vekile olsa fesih selahiyetini verecek yoktur. (alkışlar).

Yukarıda da belirtildiği üzere milletvekillerinin şiddetli itirazı sonucunda söz konusu madde kabul edilmemiştir. Meclis, “ulusal egemenlik” konusunda da hassastı. Cumhurbaşkanının nasıl yemin edeceği meselesinde yemin metnine bile milli egemenlik ile ilgili ekleme yapıldı:

Madde 38: Reisicumhur intihabı akabinde ve meclis huzurunda şu suretle yemin eder: (Reisicumhur sıfatiyle Cumhuriyetin kanunlarına ve Hakimiyeti milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk milletinin saadetine, sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfi mesai, Türk devletine teveccüh her tehlikeyi kemali şiddetle men, Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ila ve deruhte ettiğim vazifenin icabatına hasri nefis etmekten ayrılmayacağıma “vallahi”)

Milletvekillerinin parti grup kararı alınmadan anayasa metnini Meclis genel kurulunda özgürce tartışmaları, milletvekillerinin istedikleri değişiklikleri hükümete rağmen yapabilmeleri, tartışmanın basına dahi yansıması, Encümen reisi Yunus Nadi’nin parti içerisindeki milletvekilleri tarafından eleştirilmesi, 1924 yılının bahar aylarında TBMM’deki özgürlükçü ve demokratik ortamın yansıması olarak yorumlanabilir. Nitekim Mart ayındaki tartışmaların ardından Kasım ayında Mahmut Esat’ın Adalet Bakanı olması, Cumhuriyetin kurucu kadrosunun demokratik kültürünü ve sahip olduğu değerleri göstermesi açısından anlamlıdır. Nitekim parlamentoda uzlaşma eseri hazırlanmış olması 1924 Anayasasını, Cumhuriyet döneminin en uzun ömürlü anayasası olmasını sağladı. TBMM’nin kıskançlıkla ve tavizsiz bir şekilde savunduğu meclis üstünlüğü sistemi, Türkiye’de devrimlerin parlamento üzerinden gerçekleştirilmesini sağladı. Ancak aynı sistem, Avrupa’da Hitler gibi diktatörlerin iktidara gelmelerine de yol açtı. Bunun neticesinde demokrasiyi korumak açısından anayasal sistemde revizyona gidildi. Ancak yine Türkiye’de 1924 anayasa tartışmalarını demokrasi tarihimiz ve demokrasi kültürümüz açısından okumak ve bu tarihin zenginliğinin bir parçası olarak görmek yerinde olacaktır.  

 

Kaynaklar: 

Mahmut Esat Bozkurt, Toplu Eserler I, (Yay. Haz. Şaduman Halıcı), Kaynak Yay., İstanbul, 2014

Hamza Eroğlu, Atatürk ve Milli Egemenlik, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara. 

Turhan Feyzioğlu, Millet Egemenliği, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara.  

A. Şeref Gözübüyük-Zekai Sezgin, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri, AÜ SBF İdari İlimler Enstitüsü, Ankara.

İhsan Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul. 

Ergun Özbudun, 1921 Anayasası, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2008. 

Ergun Özbudun, 1924 Anayasası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul, 2012.

Tarık Z. Tunaya, Türkiyede Siyasi Partiler 1859-1952, İstanbul, 1952. 

Hakkı Uyar, “Sol Milliyetçi” Bir Türk Aydını: Mahmut Esat Bozkurt, Büke Yay., İstanbul, 2000.