Ocakta yemeğini, ahırda ineğini, tarlada ekinini bırakıp, yükte hafif pahada ağır ne varsa alıp düşüyorlar yollara...

Binalar yaptırdım yüceden yüce

İçinde yatmadım üç gün üç gece

Yârim seni gördüm tam yarı gece

Konma bülbül konma çeşme başına

Şu gençlikte neler geldi başıma

Türkülerle yazıya başlamak da sanki bende adet oldu, ama o kadar güzel anlatıyorlar ki bazı şeyleri… Beş sayfa yazsan anlatamayacağın duyguları dört satırda veriveriyor imansızlar. 

Mevzuya geleyim.

Gömeç,

Ağustos sıcağı yakıyor her yanı öğlen vakti. Balıkesir’den Gömeç’e başlayan yolculuğum bitmek üzere. Biraz keyifsiz başladı yolculuk, şehir içi trafiğinde ilerlerken karşıdan karşıya geçen dalgın bir genç kadın trafikte canından olmasın diye kornaya bastım. Sanırım genç kadın İngiliz’di ve çok dalgındı, irkildi. Sonra da bana bağırmaya başladı. Tabii burada yazamayacağım birkaç edebi kelime de kullandı. Ben de şaşırdım kadının kadına kabalığına, yine de pozitif ayrımcı tavrımdan ödün vermeden sakince yavaşladım ve camı açtım (beni yakinen tanıyanlar, hadi canım sen mi falan diyecekler ama vallahi yaptım). 

Sonra,

-Korkuttuğum için özür dilerim hanımefendi ama bu sözler de sizin gibi güzel bir bayanın ağzına hiç yakışmadı, dedim. Kadıncağız dondu kaldı.

Neyse, arada böyle farklı tepkiler vererek farkındalık yaratmayı seviyorum ama her zaman mümkün değil maalesef.

Öğleni biraz geçerken geldiğim Gömeç’e konut yapımının fazla olmadığı zeytin ve çamfıstığı ağaçları arasında kalan ve ağustos böceklerinin tatlı nağmelerini duyduğum bir yer, o derece sakin uzatmayayım, işte burada benim küçük bir arsam var. 

Daha önce bir-iki kez gitmiş olmama rağmen tam yerini bir türlü kestiremiyorum. Yoldan biraz içeride iki katlı bir evin önünde yaşlı bir amca gördüm, yol sormak için yavaşladım, amca da en az benim kadar meraklı bana doğru geldi. 

Selamlaştık ve ben derdimi anlattım, aradığım mevkii bana olabildiğince açık tarif etti (Tarifin kolaylığında hedefe 500 m kalmış olmasının da payı vardı tabii).

Sonra biraz soğuk su teklif etti, hiç hayır diyemedim vallahi,

Ver Mehmet Amca, dedim. Suyu içerken sordu, 

-Yabancısın belli, neredensin? diye.

Ben de insanı bezdiren ama neredeyse tüm yurdu kapsayan memleket hikayemi hızlıca ama hiçbir şey atlamadan anlattım. Niye o kadar ayrıntıya girdim bilmiyorum ama insanın Mehmet Amca'ya her şeyi anlatası geliyordu, öyle huzur veren bir hali vardı. 

Siz buralısınız herhalde Mehmet Amca, dedim.

Hem öyle hem biz de her yerliyiz, dedi.

Nasıl yani? Deyince, dedelerinin Rumeli'den göç ettiğini söyledi. Göç hikayeleri hep ilgimi çektiği için merakla baktım gözlerine, anladı sanırım beni başladı anlatmaya…

Rumeli bir sevda türküsü…

1912 Balkan Savaşlarıyla kaybettiğimiz toprağı terk ederken, üzerinde bizden canlar bıraktığımız Rumeli, işte oradan gelmişler.

93 harbiyle başlayan Rumeli Türklerinin anavatana göçleri hiç kesilmeyecek, kaybedilen her toprağa binlerce göç hikayesi eklenecekti. 

1912, Balkanlar düştü, artık bizim değil, Osmanlı haber saldı o topraklara; bizim bayrağımız altında kim yaşamak isterse gelsin, evet, hepsi bu…

Toplanıyor Mehmet Amca'nın aile büyükleri, konuşuyor, ölçüp biçiyorlar ne yapalım diye ve karar veriyorlar ‘Bayrak nerede, biz orada yaşayacağız’ ve Atatürk’ün ifadesiyle ‘Tarihin yazdığı savaşlarda en geride kalanlar’ kaybedilmiş toprakların canlı hatıralarıydı.

Boşnaklar…

Ocakta yemeğini, ahırda ineğini, tarlada ekinini bırakıp, yükte hafif pahada ağır ne varsa alıp düşüyorlar yollara.

“Kadın endişeyle baktı kocasına, 'nasıl olacak' der gibi, iki küçük çocuk, cesaret vermek istercesine baktı adam, oysa o da ölümüne korkmakta!

Hazırlandılar,

Geride akşamın küllenen ateşi, gece karanlık, gece soğuk, gökyüzü görmekte her şeyi,

Kadın adımını atar umutla, bitsin diye bu yol, fakat zemin tutmaz ayak, yer yumuşak, yer kaypak, ayak suda eyvah…

Hesapta olmayan şimdi başta ve kadın yavaş yavaş suya batmakta. Bağırır acıyla, sesi yeri göğü tutar, ancak her yer ses her yer insan… 

Kocası tanır sesi, bu evet karısının sesi, koşar sese doğru, kucağında yavrusu, fakat ne mümkün sesin sahibini bulmak!

Gece soğuk, gece karanlık ve yapacak bir şey yok artık…”

Mehmet Amca'nın dedesi göçle geliyor ve Küçükköy’de yerleşiyorlar. Geldiklerinde burada bir savaşın içinde buluyorlar kendilerini. Kurdukları gönüllü birliklerle, Çanakkale’de savaşan Gazi Mustafa Kemal’e omuz veriyor, vatan savunmasında can veriyorlar.

-Geldiğimizde zeytini bilmezdik, şimdi alıştık severek yiyoruz, hatta ilk gördüklerinde büyüklerinin erik sanıp kaynattıklarını gülerek anlatıyor Mehmet Amca…

 

Bir yürek acısıdır Rumeli, ancak türkülerle anlatılır, yüreğimize gömdüğümüz tüm aşklar ve acılar gibi…

Kendi yurdunda yabancı hissedenler gurbeti memleket eyleyenleri dinlemeli, her göç hikayesi ibretliktir bence, Nasıl baş ettiler bunca korkuyla ve acıyla…

Sen çok yaşa Mehmet Amca, nereden geldiysen bugün aklıma..