Hayvanları Koruma Kanununu destekliyorum. Aşağıdaki ‘Anı/ Yazımla’ kendi adıma katkıda bulunuyorum :

''Evliliğimin ilk yıllarıydı...

Bir Pazar günü, Laura İngalls’lı ‘Küçük Evi’ izlemekteydim. Bulunduğumuz İskenderun Demir Çelik Fabrikaları lojmanın penceresinden (8. Kat), yaralı olduğunu anladığım bir köpek gördüm.

Hayvancağız, ön iki ayağı ve olanca gücü ile vücudunun arka yarısını çekmeye uğraşıyor ve sürünerek yol alıyordu. Uzaktan tam anlayamadım. Yaralanmış ama nasıl?

Koşarak indim, yanına yaklaştım. Çok ama çok iri bir sokak köpeği…

Belli ki darbe almış. Büyük ihtimal bir araba çarpmış. Ayaklarında açılmış yaralar var. Arka kısmı felç olmuş. Bana hem ürkek hem kızgın baktı. Bir ara dişlerini de gösterdi sanırım. Çekindim. Ortalıkta yardım edecek kimse yok. O zamanlar etraf boş. Koru, çayır çimen.

Çaresizlik içinde yapılacak en son şeyi yaptım: Köpeği yukarı çıkarıp tedavi etmek için eşimden yardım istedim!

Eşimde çocukluğundan kalma köpek korkusu var. Fobi değilse de, ona yakın bir durumda. O kedi delisi. Köpekle yolu hiç kesişmemiş. Gördüğü yerde de yolunu değiştirir, hatta kaçar.

Kesinlikle yanaşmadı tabii. Ben hayvanın o zavallı hali karşısında ağlamaya ve yalvarmaya başladım. Sonunda dayanamadı razı oldu ama bir adım da gerimde duruyor, söyleniyor ve çok tedirgin. Haklı. Tanımadığımız bir sokak köpeği. Üstelik yaralı. Can havliyle neler yapmaz ki?

Hayvana önce yavaşça ben yaklaştım. Onu sevdim sakinleştirdim. Yardıma geldiğimiz anladı ama yine de hırıldıyor. 

Her nasılsa kucakladık, zor bela asansörle evimizin balkonuna taşıdık. Cılk yarayı temizlemek için temiz bez, su ve mikrop arındırıcı getirdik ama nasıl basacağız yaraya? Çünkü her yaraya dokunduğumuzda bağırıyor, ısıracak gibi bir hamle yapıyor, tehditkar bir bakış atıyor sanki. Her ikimiz de gerçekten korkuyoruz.

Eşim akıl etti. Yavaşça yaklaşıp, ağzına çaput bağladık. Isırmasını önlemek için… Sonra da korku eşliğinde tedaviye başladık. Yaralara sırayla pansuman yapıp, sonra bir adım geri kaçıyoruz. Biz de bakım acemisiyiz. Bilgimiz yok.

Bir ara hayvan can havliyle hopladı, sert bir hareketle ağzındaki çaputu çıkardı ve eşimin eline doğru güçlü bir hamle yaptı. İkimiz de geriye sıçradık. Korkulu gözlerle bir an birbirimize baktık.

Koca cüsseli köpek, bir anda, minnet duyan bir bakışla döndü, incitmeye korkar gibi, sevgiyle ve yumuşacık hareketle onun elini yalamaya başladı.

Önce şaşkınlıktan, buzdan heykeller gibi donakaldık, sonra da ateşi gören kar gibi çözüldük, eridik, bittik. İkimizin de gözlerinden sağanak halinde yaşlar dökülmeye başladı. 

Birlikte içimizi çekerek ağladık… Ağladık.''

O, oldu. Şimdi ‘eski’ sıfatını taşımakta olan eşim, bu olaydan sonra ‘köpek aşığı’ olan yeni bir sıfat ekledi kendisine. Yıllarca köpeklerimize babalık yaptı.

                                                     ***

O yaralı köpeğe ne oldu derseniz…

‘’Eşim, onu işyerine götürdü. Çalıştığı sahada, fabrikanın bahçesine bir kulübe yaptırdı. Doktora danıştı. Yemekhanenin artıklarıyla onu en güzel şekilde besledi, günlerce en iyi şekilde baktı, en sevdiği dostu oldu.

Bir gün işe gittiğinde, kulübesinde bulamadı engelli arkadaşını. Her yeri aradı, taradı, yok!

Güzel yürek, öleceğini anlamış ve çok sevdiği sahibinin görmesini istemediği için, sürünerek, sessizce, geldiği gibi gitmiş. Bulutlara…