Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde Osmanlı’nın çöküşü ve Lozan antlaşması ile ilgili olarak şunları söyledi:"Gözümüzün önünde yalanla, diplomatik sahtekârlıklarla 5 milyon kilometrekarelik vatanımız adeta talan edildi. Geriye kala kala 780 bin kilometrekare bu ülke kaldı. Anlaşılan o ki birileri bize bunu çok görüyor. Bizi öyle çok zorladılar ki sonunda uyuyan devi uyandırdılar, bunu böyle bilsinler".Osmanlı İmparatorluğu Türklerin kurduğu en uzun ömürlü ve en büyük devlet... 14. yüzyılın başlarından itibaren kuruluş ve yayılma sürecinde kendinden nüfus, üretim gücü ve finansal kapasite itibarıyla birkaç kat güçlü olan Avrupa karşısında büyük bir başarı gösterdi. Üstelik Avrupa'nın tüm dünyayı sömürgeleştirdiği bir dönemde bir tarım imparatorluğu olarak kalmasına rağmen, Avrupa'ya yüzyıllarca direndi, gerilemesi ve çöküşü çok yavaş oldu. Ancak bu çöktüğü gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bir tarım imparatorluğu olarak, ticaret ve sanayi toplumu sürecini ıskaladı. PaxOttomana dediğimiz şey, kapitalizmin ve milliyetçiliğin olmadığı bir çağa aitti. Modern zamanlara ait değildi. Nitekim tüm modernleşme çabasına rağmen dağıldı. Yine de bu modernleşme çabası çöküşü geciktirdi; Milli Mücadele'nin kazanılmasına ve Cumhuriyetin kurulmasına zemin hazırladı. Dolayısıyla Osmanlı'nın çöküşünün yalanla, dolanla olduğunu söylemek, çöküşün nedenlerini görmeme, bunlardan ders çıkarmama ve tarihin tekerrür etmesine yol açma tehlikesini içinde barındırmaktadır.Yukarıda sözünü ettiğim bakış açısı rasyonaliteden uzak, siyasal ve ideolojik bir bakış açısıdır. Gerçeklikle örtüşmemektedir. Benzer bir durum, yani gerçeklikle, rasyonalite ile örtüşmeme durumunu, 3-4 Şubat tarihlerinde yapılan CHP Kurultayı ile ilgili olarak da söylemek mümkündür. Çünkü çoğu CHP delegesinde, üyesinde ya da seçmeninde CHP içerisindeki sorunu genel başkan sorununa indirgeme eğilimi bulunmakta. Oysa sorun o kadar basit değil. Burada da bir rasyonalite eksikliği var.

CHP’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı kurultay, 36. Kurultay idi. 36. Kurultayını yapabilmiş olmak, partinin kurumsal ve tarihsel kimliği açısından dikkat çekicidir. Türkiye tarihinde benzer başka bir örnek yoktur. Türkiye gibi kurumsallaşma kültürü ve tarihi zayıf bir ülkede bir partinin 36. Kurultayını toplaması, 95 yıllık bir tarihinin olması son derece önemlidir. Üstelik bu parti Cumhuriyetin kurucu partisi olup, Müdafaai Hukuk cemiyetleri temelinden gelmektedir. 

CHP, 1950’de seçimle iktidarı muhalefet partisine devredip, ana muhalefete geçerek demokrasinin de kuruculuğunu yapabilen ender bir tek parti yönetimi kimliği sergiledi. Sonra da küllerinden yeniden doğarak kendini yeniledi. Nitekim bu kendini yenileme çabası, dünyanın ve ülkenin koşullarına uyum sağlaması, ona 1957 ve 1977’de iki kez % 41 oy alabilme imkanı sağladı. 

CHP açısından oy kaybının ve kendini bir daha toparlayamamanın gerekçesi olarak 1980 askeri darbesi gösterilmektedir. Oysa bu çok da doğru değildir. Nitekim 1977 genel seçimlerinin ardından Güneş Motel pazarlıklarıyla kurulan hükümetin başarısız olması (ekonomik kriz, enflasyon, karaborsa, terör…) ile birlikte asıl yenilgi 1979’da yaşanmıştı. 1979 senato kısmi ve milletvekili ara seçimlerinde uğranılan yenilgiden sonra CHP kendini bir daha toparlayamadı. Nedeni 1980 darbesinden önce, 1979 seçim yenilgisinde aramak gerekir. 

1980 sonrasında SHP’nin 1989 yerel seçimleri başarısını ve 1991 DYP-SHP koalisyon hükümetini önemli bir kazanım olarak görmek mümkün olsa da, o iki başarı da 1979 yenilgisi gibi başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak CHP açısından asıl başarısızlık 1999 genel seçimlerinde baraj altında kalmaktı.  

Baykal döneminde CHP’nin gördüğü en yüksek oy % 19 oldu. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı döneminde % 25-26 seviyesi yakalandı. Ancak bunun da üzerine çıkılamadı. Üstelik 2010’dan bu yana Kılıçdaroğlu’nun yıprandığı gerçeğini kabul etmek gerekir. Bu yıpranmışlık nedeniyle Muharrem İnce’nin tüm engelleme çabalarına rağmen yüksek miktar oy aldığı söylenebilir. İşin daha ilginci, sandık sonuçları ayrıntılı incelendiğinde illerden gelen delegeler bazında iki ismin arasındaki oy farkının çok azaldığı, aradaki farkın açılmasında milletvekillerinin ve PM üyelerinin oylarının etkili olduğu görülmektedir. Her iki adaylığında da İnce’nin aldığı oyun 400’ün üzerine çıkmış olması, partideki ciddi rahatsızlığın, Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin yetersiz kaldığının göstergesi niteliğindedir. Ayrıca bu durum, parti içi yarışın süreceğinin, 2019’a giderken partinin iç mücadele nedeniyle yeterince ülke gündemine odaklanamayacağının belirtisi gibidir. 

CHP, önümüzdeki aylarda da parti içi sorunlarla uğraşmasına yol açacak nedenlerden biri de 6 ay içerisinde yapılması planlanan Tüzük Kurultayıdır. Bu kurultay, parti içi muhalefeti canlı tutacaktır, muhtemelen bu kurultayı seçimli kurultaya çevirme çabası içerisine girilecektir. Bunun sonucunda yaşanacak parti içi çatışma, dikkatleri ülke gündeminden uzaklaştıracaktır. Ayrıca parti içi çatışmanın dozunun kaçması, partiye de zarar verecektir. Bu durum, iktidarın elini rahatlatacaktır.  

CHP, Türkiye’de bugünkü ortamda parti içi demokrasiyi, parti içi yarışı en iyi işleten parti…  AK Parti içerisinde yarışın olmadığı, MHP’de Kurultay için toplanan imzaların geçersiz kılındığı, HDP’de İmralı-Kandil ekseninde işlerin yürütüldüğü hatırlanacak olursa, CHP bu açıdan en iyi durumda olan parti. Ancak bu, parti içerisinde ve parti içi demokraside sorunların olmadığı anlamına gelmiyor. İl, ilçe kongrelerinde belediye başkanlarının ve genel merkezin müdahalesinin yaşandığı bir gerçek… 

Ana teması adalet ve cesaret olan bir Kurultay’da, parti içerisinde adaletin de cesaretin de sorunlu olduğunu söylemek gerekir. Alenen genel başkana adaylık konusunda imza veren delegenin gizli oylamada M. İnce’ye oy vermesinin neresinde cesaret var? Bu cesaretin olmayışında genel merkezin adaletsiz tavrının etkisi yok mu? Dolayısıyla sanırım adalet ve cesaret, bizzat CHP’nin içerisinde lazım… 

Yılmaz Büyükerşen’in de Kurultayı kötü yönettiğini söylemek gerekir. İyi ve hatta örnek bir belediye başkanı olmak, iyi bir divan başkanı olmak anlamına gelmez. Büyükerşen’in handikabı parti kültüründen gelmeyişi ve işleyişi yeterince bilmemesi olsa gerek. Örneğin mükerrer 49 delege imzasında, söz konusu delegeleri divana çağırıp kime oy verdiklerini sorması gerekirdi. M. İnce’nin sanki lütufla aday olması gibi bir duruma izin verilmemesi sağlanmalıydı. Lütufla aday olmayı sağlamakla, lütufla adalet yürüyüşü yapmak arasında bir fark yok çünkü… Konu adalet yürüyüşüne gelmişken, Kılıçdaroğlu’nun kazanmasında adalet yürüyüşünde sağladığı prestijin de etkisinin olduğunu belirtmeliyim. Kılıçdaroğlu, neredeyse 8 yıldır genel başkan… Kendine iyi bir kadro oluşturamadı, sık sık MYK üyelerini değiştirmek zorunda kaldı. Üstelik bunların bir bölümünün partinin ideolojik kimliği ile örtüşmeyen insanlar olduğunu da söylemek gerekir. Nitekim bunlardan Mehmet Bekaroğlu ile Sezgin Tanrıkulu’nu delegeler PM’ye bile sokmadı. Kılıçdaroğlu’nun listesinde yer alan bu isimler, Kurultay delegelerinden çizik yediler. Aslında yapılan tüm eleştirilere rağmen CHP delegesi partinin ideolojik kimliğine ve tarihine sahip çıkıyor. 

Sanırım önümüzdeki süreç Kılıçdaroğlu açısından son şans gibi görünüyor. İyi bir MYK yaparsa, parti içerisinde toparlayıcı bir politika izlerse işler yolunda gidebilir. Önümüzdeki dönemde Oğuz Kaan Salıcı gibi isimlerin ön plana çıkmasını beklenebilir. Bunun partiye ne gibi katkısı olacak? Bunu zaman gösterir. Ancak, parti 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru bir adayla çıkamazsa, yenilgi kaçınılmaz ve farklı olursa Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığının sonu gelir. Bu süreçte kaybeden sadece Kılıçdaroğlu olmayacaktır, CHP de kaybedecektir, Türk demokrasisi de… Dolayısıyla Kılıçdaroğlu sadece kendi genel başkanlığı için değil partisi ve Türk demokrasisi için de çaba harcamak zorunda…