Demokrasi, temel olarak kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır. Yürütme organının gücünün kısıtlanması, elinden yasama ve yargı yetkisinin alınmasıyla birlikte modern demokrasinin temellerinin atıldığı söylenebilir. Dünyada bunun erken örneklerinden biri de Magna Carta Libertatum (1215) ile İngiltere’dir. O tarihten bu tarihe yürütme organının elinden vergi toplama ve asker alma/savaş açma yetkisi yasama organına geçti. Aynı yasama organı yürütmenin harcamalarını (bütçe) denetleme imkanı da elde etti. Mutlak monarşilerin ya meşruti monarşiler ya da demokratik cumhuriyetler aldı. Eğer yürütme organının gücünün kısıtlanması uzlaşma ile ve evrimci yoldan gerçekleşmişse –ki genelde Protestan kuzey ülkelerinde- meşruti demokrasiler ortaya çıktı. Yürütme organının gücünün kısıtlanması zorla ve çatışmacı bir yoldan devrimle gerçekleşmişse –ki genelde Katolik güney ülkeleri- demokratik cumhuriyetler ortaya çıktı. Ya da Amerikan modelinde olduğu gibi başkanlık sistemi oluştu. Her üç modelin oluşumunda da yürütme organının gücünün kısıtlanması, vergi koyma ve savaş açma/asker alma hakkının yürütme organının elinden alınması, bu konudaki kararları halkın temsilcilerinden oluşan parlamentonun alması ilkesi giderek yaygınlaştı, benimsendi. 

Türkiye’de ise mutlak monarşinin gücünün kısıtlanmasında ilk adım 1808 tarihli Sened-i İttifak’tır. II. Mahmut’un başta Alemdar Mustafa Paşa olmak üzere ayanlarla imzaladığı metin, bir Magna Carta olmasa da yine de kayda değerdir. Bunun birlikte Sened-i İttifak ne Magna Carta ölçüsünde uzun ömürlü oldu ne de etkili… Tanzimat dönemi, hukuk devleti yolunda önemli bir kilometre taşı olarak dikkat çekmektedir. Aynı dönem mahalli idare seçimlerinin yapılmaya başlandığı dönem oldu. 

Türkiye’nin demokratikleşme sürecini ve demokrasi tarihini dönemlere ayırmak gerekirse şöyle bir tasnif yapmak mümkündür:

- Meşruti Demokrasi (1877-1878, 1908-1918)

- Tek Partili Cumhuriyet (1925-1945)

- Demokratik Cumhuriyet (1945-2014)

- Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi (2014/2019 -) 

1920’de açılan BMM, kendinden önceki Osmanlı parlamentolarından pek çok noktada ayrılmaktaydı. Birinci Meclis, her şeyden önce kendi üzerinde hiçbir otorite ve güç tanımıyordu ve buna padişah-halife de dahildi.

Yasama, yürütme ve yargı yetkisini elinde bulunduran Birinci Meclis, bir tür “meclis diktatörlüğü” sistemini benimsemişti. Son derece kıskanç bir şekilde yetkilerini kimseyle paylaşmak istemeyen, aynı kıskançlığı Mustafa Kemal’e Meclis yetkilerini de içerecek şekilde başkomutanlık yetkilerini vermemekte direnen bu Meclis, kendinden önceki Osmanlı parlamentolarından “meclis üstünlüğü sistemi” anlayışı itibarıyla ayrılmaktaydı. 

20. Yüzyılın ortalarına kadar Batı dünyasında da görülen Meclis üstünlüğü sisteminin kökleri, İngiliz parlamentarizmine dayanmaktaydı. İngilizlerin parlamentosunun kadını erkek, erkeği kadın yapmanın dışında her şeyi yapabileceği inancı, Birinci Meclis’te de mevcuttu. Bu Meclis, kendinden önceki Osmanlı meclislerinden ikili bir meclis yapısının (Meclisi Mebusan ve Meclisi Ayan) dışında olduğu için de farklıydı; tekti, biricikti ve“Büyük”tü; adının başına “Büyük” kelimesini de eklemişti. 

Birinci Meclis’in hazırladığı Türkiye tarihinin en kısa ve en kısa ömürlü anayasası olan 1921 Anayasası’nı TBMM’nin kabul ettiği ikinci Anayasa olan, 1924 Anayasası izledi. Anayasa Komisyonunun hazırladığı taslağın genel kuruldaki görüşmeleri sırasında Cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılması talebi karşısında ciddi tartışmalar yaşandı. Komisyonun başkanı Yunus Nadi, mazbata muharriri Celal Nuri ve katibi de Feridun Fikri beylerdi. Tasarının Meclis’in gücüne ve etkisine “halel”getirebileceği düşünülen maddelerine şiddetle itiraz edenlerin siyasal pozisyonlarına bakıldığında bunlar arasında kısa bir süre sonra kurulacak olan TpCF mensupları yer aldığı gibi (Dersim milletvekili Feridun Fikri, Sivas milletvekili Halis Turgut…) bunların yanı sıra Kemalist kadro içerisinde yer alan milletvekilleri de bulunmaktaydı: Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker ve Refik Koraltan… 

Milletvekillerinin ezici bir çoğunluğunun karşı çıktığı 25. Maddenin tasarıdaki hali şöyle idi: 

Madde 25: Meclis kendiliğinden intihabatın tecdidine karar verebileceği gibi, Reisicumhur da hükümetin mütalaasını aldıktan sonra esbabı mucibesini Meclise ve millete bildirmek şartıyla buna karar verebilir.

Maddeye karşı çıkan milletvekillerinden biri Saruhan mebusu Reşat Bey’di. Reşat Bey’in sözleri çok çarpıcıydı: 

Reşat Bey: Arkadaşlar, bendeniz arzuyu, heyecanı ve şahsi kanaatimi şu suretle hulasa edeceğim. Maruzatım uzundur. Fakat bazıları mütehassis oluyorlar. Müteessir oluyorlar. Kannatı katiyem şudur ki farzı mahal olarak Allah Reisicumhur olsa, kati arzediyorum, kestiriyorum (Haşa sesleri) Haşa… melaikei kiram heyeti vekile olsa fesih selahiyetini verecek yoktur. (alkışlar).

Cumhurbaşkanına fesih yetkisinin verilmesini ulusal egemenliğe darbe olarak niteleyen Mahmut Esat Bozkurt, meselesinin kişiyle ilgili olmadığını Türk milletinin kaderi olduğunu şu sözlerle ifade ediyordu:

Efendiler, iyi bir hükümet gelir, iyi bir reisicumhurumuz vardır. Bunlara riayet eder. Doğrudur. Fakat mesele bir reisicumhur meselesi değildir. Bütün bir Türk mukadderatı meselesidir. (Bravo sesleri).

Anayasanın 25. Maddesinin Meclis genel kurulunda iki kere, büyük ve ezici bir çoğunlukla (2 kabul, 2 çekimser, 127 ret) ret edildi.

Meclis, “ulusal egemenlik” konusunda da hassastı. Cumhurbaşkanının nasıl yemin edeceği meselesinde yemin metnine, milli egemenlik ile ilgili ekleme yapıldı:

Önerilen:

Madde 38: Reisicumhur intihabı akabinde ve meclis huzurunda şu suretle yemin eder: (Reisicumhur sıfatiyle Cumhuriyetin kanunlarına riayet ve bunları müdafaa, Türk milletinin saadetine, sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfi mesai, Türk devletine teveccüh her tehlikeyi kemali şiddetle men, Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ila ve deruhte ettiğim vazifeninicabatına hasri nefis etmekten ayrılmayacağıma “vallahi”)

Kabul edilen:

Madde 38: Reisicumhur intihabı akabinde ve meclis huzurunda şu suretle yemin eder: (Reisicumhur sıfatiyle Cumhuriyetin kanunlarına ve Hakimiyeti milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk milletinin saadetine, sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfi mesai, Türk devletine teveccüh her tehlikeyi kemali şiddetle men, Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ila ve deruhte ettiğim vazifenin icabatına hasri nefis etmekten ayrılmayacağıma “vallahi”)

Milletvekillerinin parti grup kararı alınmadan anayasa metnini Meclis genel kurulunda özgürce tartışmaları, milletvekillerinin istedikleri değişiklikleri hükümete rağmen yapabilmeleri, tartışmanın basına dahi yansıması, Encümen reisi Yunus Nadi’nin parti içerisindeki milletvekilleri tarafından eleştirilmesi, 1924 yılının bahar aylarında TBMM’deki özgürlükçü ve demokratik ortamın yansıması olarak yorumlanabilir. Nitekim Mart ayındaki tartışmaların ardından Kasım ayında Mahmut Esat’ın Adalet Bakanı olması, Cumhuriyetin kurucu kadrosunun demokratik kültürünü ve sahip olduğu değerleri göstermesi açısından anlamlıdır. Nitekim parlamentoda uzlaşma eseri hazırlanmış olması 1924 Anayasasını, Cumhuriyet döneminin en uzun ömürlü anayasası olmasını sağladı. TBMM’nin kıskançlıkla ve tavizsiz bir şekilde savunduğu meclis üstünlüğü sistemi, Türkiye’de devrimlerin parlamento üzerinden gerçekleştirilmesini sağladı. Ancak aynı sistem, Avrupa’da Hitler gibi diktatörlerin iktidara gelmelerine de yol açtı. Bunun neticesinde demokrasiyi korumak açısından anayasal sistemde revizyona gidildi. Ancak yine Türkiye’de 1924 anayasa tartışmalarını demokrasi tarihimiz ve demokrasi kültürümüz açısından okumak ve bu tarihin zenginliğinin bir parçası olarak görmek yerinde olacaktır. 

Türkiye’de yürütme organının 1800’lerin başından beri gücünün kısıtlanması gündemdeydi. Yürütme organının gücünün kısıtlanması ve Meclis’in gerçek bir yasama organına dönüşmesi 1920’de gerçekleşti. Birinci Meclis’in açılışından 100 yıl geçmeden, demokrasinin Türkiye’deki “kutsal mekanı” olan Meclis’in önümüzdeki süreçte bu “merkez”deki yapısı azalacak. Meclis, bir yasama organı olma kimliğinde ciddi bir tahribata uğrayacak. Yürütme erki ve kuvvetler birliği sistemi ön plana çıkacak. Bu, 200 yıllık tarihsel sürecin geriye sarılması demektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi bu bağlamda yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor.