EGE MECLİSİ - İYİ Parti Ekonomi Danışmanı Durmuş Yılmaz, Türkiye'nin ekonomik durumunu anlattığı raporunda, İYİ Parti'nin ekonomi için alternatif çözümleri ve hedeflerini sıraladı. 50 sayfalık grafik ve verileri içeren sunuma, "İnşa edeceğimiz ekonomik düzen, aynı zamanda gelişmiş bir demokrasinin de ön şartıdır" sözleri ile başlayan Yılmaz, İYİ Parti'nin ekonomi programında ana felsefenin; refahın toplumun her kesimine adil bir şekilde dağıtabilmesi gerekliliği olduğunu söyledi. 

İşte Yılmaz'ın açıklamaları....

"Türkiye’nin 21. yüzyılda hakettiği konuma ulaşabilmesi için inşa edeceğimiz ekonomik düzen aynı zamanda gelişmiş bir demokrasinin de ön şartıdır. Ekonomi programımızın ana felsefesi öncelikle istikrarlı ve kapsayıcı aynı zamanda hızlı büyümek zorunda olan Türkiye’nin, erişilen refahı toplumun her kesimine adil bir şekilde dağıtabilmesi gerekliliğine dayanmaktadır.

Serbest piyasa sisteminin her durumda kısıtlı kaynakları en etkin bir biçimde dağıtamadığı ve toplumsal ahengi bozacak boyutlarda gelir ve servet eşitsizliğine yolaçtığı gerçeklerini gözardı etmeden, özel mülkiyet, serbest girişim, serbest sözleşme ve çalışan haklarının evrensel hukuk kuralları ile güvence altına alındığı bir ekonomik yapıyı desteklemekteyiz.

Türkiye’nin son 10 yılda içine düştüğü orta gelir tuzağından kurtulması için hızla bilgi çağını yakalayıp gereken sanayi dönüşümünü tamamlayacak, çok iyi tasarlanmış bir ekonomik ve sosyal kalkınma atılımını başlatacağız. Bu hedefe varmak için, bu güne kadar yapıldığı şekilde ucu açık bir dizi temenniler manzumesi yerine, ölçülebilir performans kriterleri ile desteklenen gerçekçi ve yalın bir ekonomi politikası ortaya koyacağız. 

Ekonomi politikalarımızın nihai hedefi dengeli, sürdürülebilir, kapsayıcı ve dışa bağımlılığı azaltacak bir büyüme ve paylaşım modelini yaşama geçirmektir. Fırsat eşitliğinin ve kişisel gelişimin önünü açan bir sistemin, vatandaşlarına onurlu bir yaşam sağlayacak çalışma koşullarını da yaratabileceğine inanıyoruz. Erişilen refahı toplumun tüm katmanlarına adilce yayabilen bir ekonomik düzen, güçlü ve huzurlu bir ülkenin en önemli temel yapı taşlarından bir tanesidir.

Türk ekonomisi 2003-2017 döneminde, 1950-2002 dönemine kıyasla yıllık ortalama sadece 0.8 puan daha fazla büyüyebilmek için bu dönemin 3 katı dış açık vermek durumunda kalmıştır. Bunun sonucunda Cumhuriyet tarihinin en yüksek toplam borçluluk oranına erişilmiştir.

2000’li yılların başından itibaren izlenen iktisadi politikalar sonucu ekonomimiz hızlı bir sanayisizleşme sürecine girmiş, büyük ölçüde dış borç ile finanse edilen iç tüketim ve inşaata dayalı yatırım modeline geçmiştir. 2003-2017 döneminde inşaat ve gayrimenkul dışındaki sektörlerin milli gelirdeki katma değer payları azalmıştır.

1971’de imzalanan Katma Ek Protokol’ün öngördüğü 25 yıllık geçiş sürecini takiben, 1996’da AB ile Gümrük Birliği imzalanmıştır. Uluslararası serbest ticarete dayanan işbölümünün öngördüğü büyüme modeli sonucu ekonomimiz geçen 30 yılda düşük/ orta teknolojili tüketim malı ve işlenmiş gıda ihraç eden bir ekonomiye dönüşmüştür.

1971’de imzalanan Katma Ek Protokol’ün öngördüğü 25 yıllık geçiş sürecini takiben, 1996’da AB ile Gümrük Birliği imzalanmıştır. Uluslararası serbest ticarete dayanan işbölümünün öngördüğü büyüme modeli sonucu ekonomimiz geçen 30 yılda düşük/ orta teknolojili tüketim malı ve işlenmiş gıda ihraç eden bir ekonomiye dönüşmüştür.

Türkiye, Düşük ve Orta Düşük Teknoloji ihraç edebilmek için Orta Yüksek ve Yüksek Teknoloji ithal etmek zorunda olan bir dış ticaret yapısına sahiptir. 1978-2017 döneminde bu durum çok fazla değişmemiştir. 

Artık Türkiye’nin ihracatı, Aramalı İthalatına bile yetmemektedir. Türkiye tüm ana sektörlerde (Tarım, Madencilik, Enerji, İmalat) NET İTHALATÇI durumdadır. İmalat Sanayinde Düşük Teknoloji sınıflandırmasında NET İHRACATÇI’dır. 

2002-2008 döneminde yüksek büyüme performansı gösteren Türkiye ekonomisi 2008-2017 döneminde Orta Gelir Tuzağına düşmüştür. Milli gelir rakamlarının önemli ölçüde yukarı yönlü revizyonuna rağmen, 2014-2017 döneminde fert başı milli gelirin 12.480 dolardan 10.579 dolara gerilediği görülmektedir. 

Uluslararası Refah Endeksine göre Türkiye son 11 yılda 149 ülke içerisinde 14 sıra gerileyerek 88. sıraya düşmüştür. 

Özellikle kişisel özgürlükler ve iş ortamı kategorilerinde son 10 yılda çok hızlı düşüşler gözlenmektedir. 

Türkiye bu konumu itibarıyla dünyada ekonomik olarak rekabet edebilecek bir yapıya sahip değildir. 

2009-2016 yılları arasında Çin’den sonra reel kesim toplam iç ve dış borçluluk oranı en fazla artan ekonomi, Türk ekonomisidir. 

Bu dönemde Türk reel kesim şirketlerinin ortalama borçluluğu gelişen piyasaların çok üzerindeki bir seviyeye çıkmıştır.

Özel tüketim harcamaları büyük ölçüde artan borçlanma ile finanse edilmektedir. Hanehalkı toplam borcu 2017 yılı sonunda 545 milyar TL’ye ulaşarak, hanehalkı harcanabilir gelirinin yarısına yükselmiştir. Toplam hanehalkı borcunun %60’ı kredi kartı ve tüketici kredilerinden oluşmaktadır

2004 sonrası kaydedilen yüksek cari açıklar sonucu, Türk ekonomisinin net dış yükümlülükleri (UYP) hızla artmış ve 453,3 milyar dolar ile dünyanın en yüksek ilk 10 dış yükümlülüğüne sahip ülkelerinden birisi olma konumuna düşmüştür.

Toplam kamu ve özel kesim dış borçları, 450 milyar dolar ile Türkiye tarihinin en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Türk ekonomisi gelişen ekonomiler içinde en yüksek dış borçluluk oranına sahiplerden birisidir. Diğer yandan kısa vadeli dış borçlar Merkez Bankası’nın rezervlerinin %90’ını aşmıştır.

Özel sektörün dış borçları Aralık 2017 sonu itibariyle 320 milyar dolara erişmiştir. Türk bankalarının dış borçları ise milli gelire kıyasla gelişmekte olan ekonomiler içinde 2. sıradadır.

Hanehalkı toplam borcu 2002- 2017 arasında 75 kat artmıştır. Kullanılabilir gelire oranı ise 2002 yılındaki %5 seviyesindeyken, Eylül 2017 sonunda %50’yi geçmiştir. Türkiye’deki borçlu hanehalklarının toplam hanehalkına oranı dünyadaki en yüksek seviyelerden birisidir. 

30 milyon kişinin bir çeşit kredi borcu bulunmaktadır. Tahsilat şirketlerine devredilmiş (1.5 milyon), bankalarca yasal takip (1.5 milyon) ve yakın takipteki (1.0 milyon) toplam borçlu sayısı 4 milyona yaklaşmıştır. Toplam sorunlu hanehalkı borcu ise 70 milyar TL’ye ulaşmıştır.

Kredi kartı borçlarının %80’i, tüketici kredilerinin ise %60’ı aylık harcanabilir geliri 3,000 TL’nin altında olan hanehalklarına aittir. Diğer bir deyişle alt orta ve düşük gelirli aileler yüksek borç yükü altında ezilmektedirler. Özellikle kredi kartlarına uygulanan fahiş faiz oranları vatandaşın belini bükmektedir.

Varlık Yönetim Şirketleri 2007-2017 döneminde bankalardan yaklaşık 23 milyar TL’lik tüketici ve kredi kartı borcu satınalmıştır. Sadece 2017 yılında yaklaşık 5 milyar TL tutarında borç bankalardan toplam 250 mn TL karşılığında satın alınmıştır. Bu her 100 TL’lik borç için ortalama 5 TL ödendiğine işaret etmektedir.   

Kamu borcunun milli gelire oranı (%30) düşük görünse de, artan bütçe açıkları ve Hazine’nin doğrudan ve dolaylı yükümlülükleri önümüzdeki dönemde kamu borcunu hızla artıracaktır. 

2011 yılından bu yana kamu maliyesi bozulma işaretleri vermiş, ancak bu bozulmanın gerçek boyutu 2018 yılında ortaya çıkacaktır. İç borç çevirme rasyosu %80’lerden, %130’a fırlayarak, 2009 krizi dahil AKP iktidarlarının en yüksek seviyesine çıkmıştır. Bütçe dışı taahhütler de (bilinen ve bilinmeyen) gözününe alınırsa, kamu maliyesindeki bozulmanın boyutunun çok yüksek olduğu anlaşılmaktadır.

Vergi adaleti son 30 yıl içinde giderek bozulmuştur. Dolaylı vergiler toplam vergi gelirlerinin %70’ine yaklaşmıştır. Kurumlar ve beyana dayalı gelir vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki paylarının düşüklüğü, vergi yükünün büyük bölümünün çalışanlar tarafından üstlenildiğine işaret etmektedir. Ayrıca KDV tahsilat oranlarındaki düşüş dikkat çekmektedir.

2002-2013 döneminde kamu yatırımlarına ayrılan kaynak 5,2 milyar $’dan 27 milyar $’a çıkmıştır. 2013-2018 döneminde ise 27 milyar $’dan 23 milyar $’a gerilemiştir. 

Kamu yatırımlarına ayrılan ödeneğin GSYH’a oranı ise 2004 yılından itibaren giderek azalmış, %4’ler seviyesinde kalmıştır. 

Geçen 10 yılda servet dağılımı hızla bozulmuştur. 2016 sonunda en zengin %1’lik kesimin toplam servetin %60’ına sahip olduğu tahmin ediliyor. Toplam yerleşik gerçek kişi mudilerin %4’ü toplam mevduatın %80’ine sahiptir.

Ekonomik büyümenin kalitesi düşük ve dengesiz olduğu için işsizlik yüksek seviyelerde seyretmektedir. Özellikle genç nüfusta işsizlik oranı %20’nin üzerine çıkmıştır. 2004-2017 yılları arasında yaratılan yeni işlerin %70’i düşük verimliliğe sahip hizmetler sektöründedir.

1991-2017 dönemi incelendiğinde Türkiye’de işsizliğin kriz dönemleri olan 1994 ve  2001 dönemlerinden daha kötü durumda olduğu (2002-2017 ortalaması %10,9, 1991-2001 ortalaması %8,8), sanayi ve tarımın istihdam içindeki payının azaldığı, ekonominin özellikle Gençlerimize istihdam imkanı oluşturamadığı, işsizliğin ve Genç işsizliğinin Türkiye ekonomisinin kronik bir sorunu olduğu görülmektedir."

 

İYİ PARTİ'NİN EKONOMİ HEDEFLERİ

"Yeniden Yapılanma Döneminde ekonomiyi büyüme oranlarından ödün vermeden daha dengeli bir büyüme patikasına oturtacağız. Bu dönemde uygulayacağımız politikalar Orta Gelir Tuzağından Çıkış Dönemine geçişimiz için bir ön hazırlık dönemi olacaktır. Cumhuriyetimizin 100. yılına artık Yüksek Gelirli* bir ekonomi olarak gireceğiz.

Sanayi üretiminin milli gelir içindeki payını Yeniden Yapılanma Döneminin sonunda tekrar 2000’li yılların başındaki seviyesi olan %20’ye çıkaracak gerekli yatırımları özel sektör başta olmak üzere, kamu kesimi yatırımlarıyla gerçekleştireceğiz. Orta Gelir Tuzağından Çıkış Dönemi sonunda ise sanayinin payı %25’lerin üzerine çıkacaktır. Diğer yandan hızla tarımsal üretimi de artıracak politikalar uygulanacaktır. Bu dönemin sonunda ülkemiz tarımı yüksek teknolojiye dayalı, yüksek verimlilikli bir yapıya kavuşacaktır.

İzleyeceğimiz tarım ve sanayileşme politikaları dış ticaret açığını ve dolayısı ile cari açıkları öncelikle azaltacak daha sonra ise cari fazla vermeye yönelik olacaktır.

Geçmiş 15 yılda ekonomimiz tarihi ortalamasının biraz üzerinde büyümesine rağmen işsizlik oranı 1980-2002 dönemine göre yaklaşık %30 daha yüksek gerçekleşmiştir. Dengesiz ve kapsayıcı olmayan bir büyüme modeli sonucunda ekonomimiz kronik yüksek işsizlik oranlarına mahkum edilmiştir. İktidarımızda yüksek kaliteli ve ücretli yeni istihdam yaratacak politikalar izleyeceğiz. Bunun yanısıra kadın istihdamını hızla gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkaracağız.

Mali ve finansal politikalarımız enflasyonun öncelikle %6 seviyelerine, daha sonra ise kalıcı olarak %4’e indirilmesine yönelik olacaktır. Enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesinin maliyeti düşük büyüme olmayacaktır. Aksine bu hedeflere ulaşmak için kamu maliyesinde bozulmaya yolaçmayan akılcı harcama/yatırımlar ile desteklenen, özel sektör yatırımlarının artırılmasının önü açılacaktır. Yani enflasyon talep düşürülmesi ile değil, üretimin artırılması ile düşürülecektir."