Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerce seçimlerin yenilenmesi dolayısıyla seçim manifestosunu açıkladı ve Türkiye’nin önüne Atatürk’ün koyduğu, “çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkmak” hedefini tekrarladı. 

 

Çağdaş uygarlık ne demek? Hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, kentli, sanayileşmiş, seküler/laik ve demokratik ulus devletlerin yönetimi demek… Yaklaşık 300 yıllık modernleşme tarihimizin dayanak noktası bu. Tarım toplumu olmaktan çıkarak, sanayileşmiş modern bir ulus devlete dönüşmek… 

Modernleşme sürecine geç giren toplumların demokratikleşmeleri de geç oluyor. Osmanlı’dan Cumhuriyete 141 yıldır seçim yapıyoruz. 141 yıldır seçim yapan bir millet olarak, üst üste birkaç kez iktidarı değiştirmeyi başaramamışız. Çok partili hayata geçtiğimiz 1945 yılından sonra 1950’de iktidarı ilk kez seçimle değiştirebilmişiz. Bunun mimarı, İsmet İnönü… Cumhuriyetin son devrimini, demokrasi devrimini gerçekleştiren isim. Atatürk’ün vasiyetini yerine getirdiğini söylemek gerekir. Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde, bir tek parti yönetimi seçimle, barışçı yollardan iktidarı muhalefet partisine devredebildi. Bu, Cumhuriyetin kurucu babalarının tarihsel mirasıydı, başarısıydı… Sonraki süreçte DP, giderek otoriterleşti. Seçimle gelmişti ama seçimle gitmeye çok da taraftar olmadı. 

Demokratik kültürü ve altyapısı zayıf olan toplumlarda demokratik hayat sıklıkla kesintiye uğramakta… Netice demokrasi; eğitim kültür seviyesi yüksek, ekonomik refah seviyesi yüksek, toplumsal örgütlenmişliği/sivil toplum örgütlenmişliği yüksek, kentli, seküler/laik, üretime dayalı ekonomisi olan ve hukuk devletine dayalı toplumların ürünü… Bu alandaki zayıflık, demokrasiyi pamuk ipliğine bağlı hale getirebiliyor. Seçim sistemleri, parti liderlerinin/yönetimlerinin antidemokratik eğilimleri de bu zayıflığı arttırıyor. Bu durum, en ufak bir bocalamada askeri darbelerin önünü açıyor. 

Türkiye tarihi açısından bakacak olursak eğer;

İki iç dinamik:

Devalüasyon da içeren ekonomik kriz

Siyasal cepheleşme 

Bir dış dinamikle birleştiğinde askeri darbe kapıyı çalabiliyor:

ABD/NATO onayı… 

Nitekim 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 bu nedenlere dayanıyor… Darbelerin nedenleri genel olarak bu koşullara dayansa da, her darbenin kendine özgü nedenleri de elbette var. Üzerinde durulması gereken bir şey de şu: darbelerin sorumlusu kim? Politikacı mı, asker mi? Her ikisi mi? Sanırım her ikisi de… Örneğin 27 Mayıs’a giden aylarda darbenin ayak sesleri çok belirgindi… 28-29 Nisan 1960 öğrenci olayları ardından Menderes, dönemin önemli anayasa hukukçusu Ali Fuat Başgil’in tavsiyelerini dinlemiş olsaydı darbe olmayabilirdi. Başgil, Tahkikat Komisyonu'nun dağıtılması, Menderes’in istifa etmesiyle yeni ve ılımlı bir hükümet kurulması, erken seçim kararı alınması ve yeni kurulan seçim hükümetine muhalefetten de temsilcilerin alınması şartıyla ülkedeki gergin ortamın normalleşeceği fikrindeydi. Muhtemelen de haklıydı. 

27 Mayıs'ın ardından Milli Birlik Komitesi üyeleri İnönü’yü ziyarete geldi. Bu koşullarda iktidarda İnönü de olsa darbeyi yapacaklarını söyleyen genç subaylardan birinin yanaklarını okşayan İnönü, “Ben iktidarda olsaydım size bu fırsatı vermezdim, darbeye ortam yaratmazdım” yanıtını vermişti. 

1950’de seçimle ilk kez değişen iktidar, 27 Mayıs darbesinin araya girmesiyle iki kez üst üste seçimle değişemedi. Aslında DP seçimle iktidarın değişmesine izin verecek bir ruh halinde de değildi. 27 Mayıs ardından 1961’de yapılan seçimlerle kurulan koalisyon hükümetleri yerini, 1965 seçimleriyle AP’nin tek başına iktidarına bıraktı. Böylece 27 Mayıs sonrasında iktidar seçimle ilk kez değişmiş oldu. Ancak AP’nin 1969 seçimlerini bir kez daha kazanmasının ardından 12 Mart 1971 askeri darbesinin gelmesi, iktidarın yine seçimle ikinci kez değişmesini engelledi. 12 Mart sonrasında ilk seçimler 1973’te yapıldı. Bundan sonra 12 Eylül’e kadar kurulan hükümetler ülkenin siyasal istikrarsızlığının sembolü oldular. Ya kısa süreli koalisyon hükümetleri, ya da azınlık hükümetleri… Bu arada 1977’de yenilenen seçimlerin ardından hükümet değişebildi. Ancak sözünü ettiğim istikrarsızlık uzun süreli hükümetlerin kurulmasına izin vermedi. Ardından da 12 Eylül geldi. 

1983’de yapılan seçimlerin ardından ANAP iktidara geldi. 1991 yılında DYP-SHP koalisyon hükümeti ile, 1980 sonrasında ilk kez seçimle iktidar değişebildi. 1994 ekonomik krizi ve RP’nin İslamcı politikalarının yarattığı siyasal cepheleşme ülkede gerilimi arttırsa da, 1995 seçimlerinde de seçimle iktidar değişti. Dolayısıyla üst üste iki kez iktidarı seçimle değiştirmeyi ilk kez başarabildik. Ancak ülkede darbe koşullarını oluşturan dinamiklerin varlığı, 28 Şubat’ı beraberinde getirdi. Dolayısıyla iktidarı iki kez üst üste değiştirebilsek de ikinci değişim dönemindeki iktidar ömrünü tamamlayamadı. 

28 Şubat’ın ardından yapılan seçimler neticesinde DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti kuruldu. Bu hükümet 2001 kriziyle ve seçimle yerini AK Parti hükümetine bıraktı. Dolayısıyla 28 Şubat’ın ardından bir kez seçimle hükümet değiştirebildik. O tarihten bu tarihe de AK Parti iktidar… Seçimle iktidarı birkaç kez üst üste değiştirmeyi bırakın gelenekleştirmeyi, bunu başarabilmiş bile değiliz. 

Çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkmayı istiyorsak hem iktidarı seçimle üst üste değiştirmeyi gelenekleştirmeliyiz ve seçim yolsuzluklardan ya da buna ilişkin endişelere yol açan uygulamaların utancından kurtulmalıyız. 

Seçimle gelmek ve seçimle gitmek bir gelenek olmalı… Bu çağdaş dünyanın parçası olmanın en temel kriteri…

Seçim ve oy kullanmanın önemine ilişkin CHP’nin 1977 tarihli seçim afişini son olarak paylaşmak isterim. Bu afiş son derece önemli… Çünkü bu yıllarda seçim yerine devrim ilkesini benimseyen, seçimlere karşı çıkan devrimci sosyalist çevrelere itiraz eden CHP, iktidarı devrimle değil seçimle değiştirmenin erdemini savunuyordu. “Tek Yol Devrim” diyenlere karşı, “Tek Yol Oy”… Tek yol oy ilkesi, bu gün de önümüzde bir ütopya olarak duruyor. Ancak şu şartla, her şey sandık demek değil; kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve çağdaş demokratik değerler… Hitler’in de sandıktan çıktığı gerçeğini unutmayalım… Ancak Hitler’ler geçen yüzyılda kaldı. Bugün artık devir, demokrasi devri… Bunu yapacak olan da bu millet… Cumhuriyeti kuranların son devrimi olan demokrasi devrimini, kökleştirme, derinleştirme zamanı… Haydi sandığa…