2007 yılında vefat eden Erdal İnönü hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediklerine şu yanıtı verdi Sevinç İnönü:  

“Recep Tayyip Erdoğan 7 Haziran gecesi katıldığı televizyon programında FETÖ’yü kast ederek rahmetli eşim Erdal İnönü için; ‘İnönü bunların en yakın arkadaşıydı. Erdal İnönü’nün bunların okullarını ziyaret ettiğini iyi bilirim. Onların davetlerine katıldıklarını iyi bilirim. Gelsinler konuşalım.’ şeklinde hiçbir doğruluğu olmayan bir beyanda bulunmuştur.

Recep Tayyip Erdoğan’ın rahmetli eşim Erdal İnönü’yü kendi siyasetine alet ederek doğru olmayan bir beyanda bulunması sadece 24 Haziran korkusu ile açıklanabilir.

Hayatta olmayan bir kişiyi suçlayıp bir de üstüne  ‘Gelsinler konuşalım’ demenin başka ne anlamı olabilir?

Laik demokratik cumhuriyete yürekten inanmış bir bilim adamı ve siyasetçi olan eşim Erdal İnönü, yaşamını bu değerleri savunarak geçirmiş, 12 Eylül darbecilerinin engelleri ile mücadele etmiştir.

Eşim hiçbir zaman laik demokratik cumhuriyet ve Atatürk Devrimleri düşmanları ile bırakın ‘yakın arkadaş’lığı,  hiçbir şekilde ilişki içinde olmamış, bunların okullarını ziyaret etmemiş davetlerine katılmamıştır. Bu iddiayı şiddetle red ediyorum.

İddia sahibi hakkında yasal yollara başvurma hakkımı saklı tutuyorum.

Hayatta olmayan bir kişi hakkında böyle gelişi güzel dayanaksız ve gerçek olmayan bir iddianın dindarlığı kimseye bırakmayan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ortaya atılmış olmasını da kamuoyunun değerlendirmesine saygılarımla sunuyorum”.

Milli Mücadele ve Lozan kahramanı, Cumhuriyetin ikinci adamı ve Türkiye’de demokrasinin kurucusu İsmet İnönü’nün oğluydu Erdal İnönü. Fizik eğitimi alıp Fizik profesörü olan, ODTÜ’de rektörlük yapan, 12 Eylül döneminde biraz da zorlamayla siyasete atılan ve ama aklı hep bilimde olan bir insandı İnönü. İsmet Paşa’nın oğlu olsa da 12 Eylül yönetimi O’nu ve partisi SODEP’i veto etmiş, 1983 seçimlerine girememişti. Ardından HP ile birleşerek SHP genel başkanı olmuş, 1989 yerel seçimlerindeki başarının da mimarı olmuştu. Özal’ın cumhurbaşkanlığına çıkmasının ardından 1991 yılında Demirel’in DYP’si ile İnönü’nün SHP’si koalisyon kurmuştu. Bu koalisyon hükümeti, on yıllardır çatışan merkez sağ ve merkez sol partilerin uzun bir aradan sonra uzlaşmalarının önünü açmıştı. Her ne kadar çalkantılı, terörlü, kaotik ve ekonomik krizli 1990’lı yıllarda yaşansa da bu koalisyon Türk demokrasi tarihinin önemli kilometre taşlarından biridir. Demirel’in 1993’te –Özal’ın ani vefatının ardından- Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından İnönü de siyaseti bıraktı. Yıl 1993’tü. Aynı yıl Uğur Mumcu öldürülmüş, Sivas katliamı yaşanmıştı. 

Ben Erdal İnönü’yü yanılmıyorsam 2000 yılında tanıdım. Sevgili Uğur Büke’nin Gümüşsuyu’ndaki ofisinde… Uğur Bey, bizi tanıştırmış, baş başa bırakmış ve odadan ayrılmıştı. Ben de İnönü ile tanışmanın keyfini çıkarıyordum. İnönü ise, yakın dönem tarih, Türk demokrasi tarihi çalışan biri olarak bana bir takım tarihi olayları anlatmakla meşguldü. İlk anlattığı olay ise, Sivas olaylarıydı. O sırada kendisinin Başbakan Vekili olmadığını, elinde yetkisinin olmadığını anlattı üzgün bir şekilde… 

Kendisiyle sonraki görüşmemiz 2006 yılı sonlarında telefonla gerçekleşti. Bilim tarihi çalıştığı için kendisini Dekan Yardımcısı olduğum DEÜ Fen-Edebiyat Fakültesi’ne konferans vermeye davet ettim. Memnuniyetle kabul etti. Ben de çok memnun olmuştum, kanser tedavisi gördüğünü biliyordum. Gelebilecek olmasına sevinmiştim. Görüşmeden bir iki saat sonra tanımadığım bir numara aradı, arayan eşi Sevinç İnönü’ydü. “Hakkı Bey” dedi. “Erdal’ı konferansa davet etmişsiniz. Aralık ayı sonlarında gelecekmiş. Biliyorsunuz tedavisi sürüyor. Havalar soğuk. Ne olur bir yolunu bulun biraz daha havaların düzeldiği bir zamanda gelsin. Ben söylesem beni dinlemez”. Sevinç Hanıma hak vermemek ne mümkündü? Nasıl düşünemedim diye hayıflandım. İnönü’yü arayıp konferans salonuyla ilgili yaşadığımız bir sorunu dile getirip nisan ayında gelip gelemeyeceğini sordum. Memnuniyetle kabul etti. 

Gelelim Nisan ayına 2007 yılının. Havaalanında ben karşıladım kendisini. Elinde küçük bir çanta, tek başına çıktı VİP’ten… Ne bir koruma, ne de başka bir şey… Çantasını almak istedim. “Olmaz, ben taşırım” dedi nazik bir şekilde… Sohbet ederek Tınaztepe Yerleşkesine geldik. Yerleşkeyi dolaşmak istedi. Dolaştık. Mühendislik Fakültesinin her bir bölümüne ayrı binaların yapıldığını söylediğimde memnuniyetini dile getirdi. Öğle yemeği için kalabalık bir grupla Eylül Köşke gittik. Saat 12.00 idi. Bir saat hem yemek yendi, hem de sohbet edildi. Saat 13.00’te hemen kalkmak istedi. Çünkü kitaplarını imzalayacaktı. O kadar dakikti ki, kimseyi bekletmek istemiyordu. Vaktinde imzaya başladı. İnsanlar kuyruktaydı. Konferans saati geldiğinde yine dakikliği ile imzayı bitirdi, sırada bekleyenlere konferans sonunda imzaya devam edeceğini söyledi nazikçe… Nazik ve kararlı bir insandı Erdal İnönü… 

Kendisini ilk tanıdığımda ilk izlenimim mütevaziliği idi. Kibar ve mütevazi kişiliğini, onun bireysel özelliği sanmıştım. 

Konferanstan 6 ay kadar sonra vefat etti. Kendisini anma toplantısı düzenledik vefatından kısa bir süre sonra… Toplantıda Hikmet Çetin, Gülsün Bilgehan, Tosun Terzioğlu ve Uğur Büke konuşmacıydı. Oturumu ben yönetmiştim. Özden İnönü Toker’in kızı Gülsün Bilgehan’ı da orada tanıdım. Aynı nezaket ve mütevazilik onda da vardı. 

2010 yılının son aylarında Ankara’daki İnönülerin Pembe Köşk’ünde bir toplantıya katıldım. Yayına hazırladığım Muammer Erten’in anılarının tanıtım toplantısı burada yapıldı. Süleyman Demirel ve Özden İnönü Toker’i orada tanıdım. İkisi hem kitap, hem de Erten hakkında anılarını anlattılar. Erten, Demirel’in köylüsüydü. Çok keyifli bir konuşma yaptı Demirel, Önünde ne bir metin, ne de başka bir cihaz vardı. Rakamlar, bilgiler havada uçuştu. 86 yaşındaydı o tarihte Demirel… Özden Hanımla Demirel’in saygılı diyalogları ve insani ilişkileri benim için çok öğreticiydi. Tarihi rekabeti olan iki siyasal geleneğin simge isimlerinin ilişkileri ibret vericiydi. Herhalde şimdiki politikalar için de çok dersler içeriyordu. Tanıtım toplantısı ve kokteyl bitmiş, konuklar birer birer ayrılmaya başlamıştı. Ben de Özden Hanımla vedalaşmak için yanına gittim. “İşiniz yoksa kalın sohbet edelim” dedi. “Sizi yormayayım?” dedim. “Hayır, lütfen kalın, konuşuruz” dedi. Benim için büyük bir mutluluktu. Pembe Köşkte Özden Hanımla baş başa uzun bir sohbetten başka ne isterdim ki hayattan? Binayı, perdeleri, masaları, Atatürk’ü onlara geldiğinde yemek yediği, oturduğu yerleri vs vs anlattı. Ben de keyifle dinledim. O kadar zarif ve mütevaziydi ki. Birden farkına vardım. Bu mütevazilik bireysel özellik değil, ailesel. Aile terbiyesi, özellikle de sanırım Mevhibe Hanım etkisi… 

Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir kitap dolayısıyla Özden Hanıma sordum, “1950’lerin ikinci yarısında Menderes Meclis kürsüsünde babanızı sert bir şekilde eleştiriyor. Sizin dalkavuklarınız vardı, size yağcılık yaparlardı gibisinden bir şeyler söylüyor. İnönü cevap hakkı için ağır adımlarla kürsüye geliyor. Evet diyor, tek parti döneminde bana yazılan bu tip mektuplar diyor –Menderes’e bakıyor o sırada- Pembe Köşkte duruyor”. İma yoluyla Menderes’in de bu tip mektuplar yazdığı, milletvekilliğinden bakanlığa, özellikle Tarım Bakanlığına geçmek istediği söylenilmek isteniyor. Özden Hanıma sordum, “Bu mektuplar nerede?” diye… Elimi tuttu, gözlerime bakarak “O mektuplar yok Hakkı Bey” dedi. Anladım ki mektuplar vardı. Ama Özden Hanım, idam edilen Menderes’e olan saygısından yok diyordu. Elbette ısrar etmedim, Özden Hanıma saygım ve sevgim bir kat daha arttı.  

Böyle bir ailenin üyesi Erdal İnönü… Parayla da işi olmamıştı. Vefat ettiğinde bildiğim kadarıyla banka hesabında sadece 30 bin lira vardı. Koskoca İsmet Paşa’nın oğlu, başbakan yardımcılığı yapmış birinin banka hesabında olan para buydu… Ya sonraki yılların politikacıların banka hesapları ne durumdadır acaba?

Gelelim Fethullah Gülen meselesine… Gülen Cemaatinin adını 1986’da ilk kez duydum yanılmıyorsam. Askeri okullara sızma girişimleri dolayısıyla… Özallı yıllar… Gülen ile 1994 yılının Aralık ayında görüşen Tansu Çiller. Dönemin başbakanı. Erdal İnönü, siyaseti bırakalı bir yıl olmuş. Çiller, terörle mücadele yasasına muhalefet eden Gülen yanlısı basının muhalefetini etkisizleştirmek için Gülen ile görüşmek istiyor. Talep Çiller’den geliyor. Görüşme gerçekleşiyor. Aralık 1994 tarihli gazetelerden haberlerine bakmak mümkün… 

Erdal İnönü’nün Gülen Cemaati ile teması yok, desteği yok, okullarını ziyareti yok. Gülen Cemaati, Türkiye’de yükseldiyse sağ siyasetçilerin desteği ile yükseldi. Özal, Çiller… Belki kısa bir dönem Ecevit… Cemaat altın çağını ise AK Parti iktidarının ilk 10 yılında yaşadı. 

1990’ların başında üniversiteden yeni mezun olan biri olarak Gülen Cemaatinin Orta Asya Cumhuriyetlerinde ABD’nin koçbaşı işlevini gördüğünün farkındaydım. Bunu anlamak ve görmek için çok da zeki olmaya gerek yoktu. Cemaat aynı işlevi Türkiye’de de gördü. Devletin kılcal damarlarına, kozmik odalarına kadar sızdı. Bunlar da göz göre göre oldu. Bugün gelinen noktada 28 Şubatçıların başa çıkamadığı cemaatin gladyo benzeri yapılanmasıyla Erdoğan mücadele ediyor. Hatayı da yapılan iyi şeyi de görmek biz tarihçilerin görevi…  

İsmet İnönü, Menderes’i sıklıkta yaptığı hatalar dolayısıyla eleştirirmiş. Bir gün gazeteciler, “Paşam, siz hiç hata yapmadınız mı?” demişler. “Yapmaz olur muyum?” demiş İnönü. “Ama” demiş, “Ben aynı hataları tekrarlamıyorum”. Umalım ki ülkeyi yönetenler aynı hataları tekrarlamasın ve geçmişte ülkeyi yönetenlere haksızlık etmesin.