Sana önerdiğimiz şey kalıcı değil geçici bir organ nakli olacak,

 

-Yeni geliştirdiğimiz teknikle iyileşme haftalar değil günler içinde olacak,

 

-Ama bunların hepsi kolay asıl bilim burada yüzünüzü üst tarafa uyduracağız, tüm sinirler, gözyaşı keseleri ve kaslar bağlanacak,

 

-Yani onun ve benim yüzümü alacaksınız ve yer değiştireceksiniz,

 

-Ödünç olarak! Daha sonra ameliyatla eski haline döneceksin,

 

- Sen bunu isteyeceğimi mi sandın! HAYIR!!

 

Filmi hatırladınız, zaten başlıkta ipucu verdim. Face/Off, aksiyon gerilim türü olarak çok fazla şiddet içermekle birlikte insanın içindeki iyi ve kötüyü anlatan psikolojik bir yanı da var. John Travolta ve Nicolas Cage’nin müthiş oyunculuğu eşliğinde ilk kez yaklaşık yirmi yıl önce sinemada izlemiştim ve çok etkilenmiştim. Filmdeki ana kurguyu beslemek adına iki başrol oyuncusu arasında gerçekleşen yüz nakli ve buna bağlı olarak yüzünü aldığı kişinin kişiliğini hatta ruhunu da alarak devam eden oyunculukları muhteşemdi. İyi olanın kötüyü, kötü olanın da iyiyi deneyimlemek zorunda kaldığı bir oyunculuk performansı sergiliyorlar. Rol içinde rol de diyebiliriz. Film bittiğinde de, olur mu böyle şey yüz nakli nedir falan diye epey düşünmüştüm, başka da bir şey gelmemişti aklıma.

 

İkinci kez izlediğimde ise artık yüz nakli şaşırtıcı değil, yapılıyor. Daha da gelişmişlerinin yapılabileceğini de biliyoruz. Ama bu kez filmi izleyince, yüzler değiştikten sonraki ruh değişimine takıldım. Ruhlar, başkalarının ruhuyla yaşanan hayatlar. Ne kadar çok yapıyoruz bunu. Kendi ruhumuzu maskeleyerek başka bir ruhu naklediyoruz. Kasları, sinirleri, bağlıyoruz ve başlıyoruz yaşamaya. Yüzünü ver deseler vermeyiz, biz de itiraz ederiz, asla kabul etmeyiz belki ama ruhumuzu kendi ellerimizle teslim ediyoruz hiç itiraz etmeden. Sonrasında ise belki de bir ömür ödünç ruhlarla yavaş yavaş kendimizden giderek yaşamaya başlıyoruz. Bizden istenenleri ve de beklenenleri karşılayabilmek için özümüzden vererek yürüyoruz kalan yolumuzu. Tükenmeyen talepler karşısında tüm kişiliğimizin aldığı yaralar zamanla yüzümüze yansıyor bir çeşit mutsuzluk olarak. Oysa yolculuğumuz kendimize olmalıydı ve kendimizle karşılaştığımız yerde asıl sorgulama başlamalıydı. Özünde zarif ışıltılar saçan ruhumuz bozulmadan yaşayabilmeliydi. Fakat ruh eksikliğinin verdiği sınırsız kayıplardan haberimiz bile olmuyor bazen. Aristo der ki, “Bir duyuyu kaybeden bir dünyayı kaybeder” peki ruhunu kaybeden neleri kaybeder…

 

Gözümüzle görüp elimizle tutamadığımızdan olsa gerek neleri kaybettik haberimiz yok.

 

Ruhumuz, elimizin tersiyle itiyoruz onu bir kenara o tılsımı bozuyoruz ve maskeli ruhlarla kurmaca hayatlar yaşıyoruz.

 

Yarın bayram, bu bayram ruhlarımızı özgür bırakalım. Hiç telaş etmeden bildiği yollardan yürüyerek bize gelsin, yuvasına dönsün ve bayramımız bayram olsun…

 

Hepinize sağlıklı ve mutlu bayramlar dilerim.