Değerli arkadaşım ve meslektaşım, Türkiye’nin önde gelen Selçuklu tarihçilerinden Doç. Dr. Erkan Göksu şöyle bir tanım yapıyor: 

“ Türk; at binen, et yiyen ve ok atan adamdır”… 

Bu tanıma dair birkaç şey söylemek isterim. İlk başta Türklerin göçebeliklerine atıf yaptığı düşünülebilir ve bu bir miktar rahatsızlık da yaratabilir. Ancak Türklerin Orta Asya bozkırlarında göçebe bir kültüre sahip olduğu gerçeği yadsınamaz. Bununla beraber Türklerin yerleşik bir kültüre de sahip oldukları, ticaretle uğraştıkları,  özellikle Uygurlar döneminde ciddi boyutta bir yerleşik kültür oluşturdukları bilinmektedir. 

Göçebe bir kültüre sahip olmak, barbar olmak anlamına gelmez. Bin yıl, iki bin yıl öncesinde dönemin en ileri teknolojik ürünü olan ok’u, diğer milletlerin kullandığından daha iyisini yapan ve kullanan Türklerdi. Bindikleri savaş atları, onlara uzağı yakın ediyordu. Dönemin en hızlı ve iyi donatılmış ordusuna sahiptiler. Dolayısıyla bunları yapabilmek için örgütlenmek, devlet kurmak da lazımdı. Nitekim 2500 yıllık tarih, bize bunu gösteriyor. Devlet, medeniyet demektir. 1400 yıllık değil, 2500 yıllıktır aşağı yukarı. Mete’den (Hunlar) beri geçen süre 2200 yıl. O tarihten bu tarihe varlığını sürdürüp yıkılan devletlerin yerine yenisini kurabilmek, kültür ve medeniyet meselesidir; örgütlenme becerisidir. 

Et yemek de önemli bir meseledir. Et yiyecek imkanlara sahip olmak, hayvan yetiştiriciliği yapmak yine üstünlüğün alametlerinden biridir. Malum, doğada et yiyen oy yiyeni yer. Yine Doç. Dr. Göksu’nun deyimi ile pirinç yiyenin et yiyene karşı şansı olmuyordu. 

Bu fetihçi gelenek ve yapılanma Ortadoğu’da Selçuklu ile kök saldı. At binen, et yiyen ve ok atan adamlar, tarihlerinin en büyük ve uzun ömürlü devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nu da kurdular. Örgütlenme becerileri, yarattıkları kültür ve uygarlık, ürettikleri teknoloji olanlara İstanbul’u fethetme imkanı da sağladı. Teknolojileri ve becerileriyle, Bizans’ı alt etmeyi başardılar. 

Osmanlı, çağının en büyük devletlerinden biri olmakla beraber, fetih ve tarıma dayalı geleneksel bir imparatorluğunun ötesine geçemedi. Gücünün doruğunda olduğu 16. Yüzyıla bile durum böyle idi. Viyana önlerine kadar gitse de, Avrupa’daki değişimi ıskaladı, kendini dönüştüremedi. Ticaret ve sanayi toplumunu yakalayamadı. Yayılan Avrupa karşısında geriledi. Bu gerileyiş hızlı olmadı, yavaş ve dirençli bir şekilde sürdü. Bununla birlikte son kaçınılmazdı. Bütün geleneksel tarım imparatorlukları gibi Osmanlı da dağıldı. Çünkü Türkler, bu imparatorlukta tarım, hayvancılık, memurluk ve vakıf işleticiliği gibi işlerin dışında sosyal ve ekonomik hayatta neredeyse yoktular. Serbest meslekler ve ticaret ya yabancıların ya da gayrimüslimlerin elindeydi. 

Bin yıl önce at binmek, et yemek ve ok atmak Türklerin belirleyici ve üstün vasıflarından biriydi. Bu dinamik ve hareketli toplum zaman içerisinde olumsuz anlamda dönüştü. Oryantalistler açısından son dönem Osmanlı toplumunu şöyle tanımlamak mümkündü:

“… 

Monoton bir uyuşukluk

.

Misk, sedir ve gülün muazzam kokusu

…”

1923’de Cumhuriyet kurulurken Mustafa Kemal, Osmanlı’nın çöküşünde rol oynayan sosyal ve ekonomik nedenleri yerinde tespit ederek, “Yeni Türkiye, cihangir (fetihçi) bir devlet olmayacaktır. Yeni Türkiye bir iktisat devleti olacaktır” dedi. 

Mustafa Kemal ve uyguladığı modernleşme projesi, tarımsal ve endüstriyel açıdan üretime dayalı bir ekonomi amaçlıyordu. Nitekim bu bağlamda şunu söylemişti:

“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar”. 

Osmanlı’nın çöküş nedenlerini ortadan kaldırmak, aynı şeyleri yeni devletin yaşamasını önlemek için geçmişte at binen ve ok atan Türkler, bu kez çağa ayak uydurarak banka ve fabrika kurdular. Eğitim sistemlerini çağa uydurdular. Laik ve demokratik bir ulus devletin temellerini attılar. 

Bugün ise maalesef at binen Türklerin yerini kendi üretmedikleri ithal arabalara binen, atalarının yediği et yerine daha çok mangalda hormonlu tavuk eti yiyen ve elinde çakma kılıç ve çakma okla Diriliş Ertuğrul seyreden ve inşaat yapan Türkler aldı.  

Önceki bin yılın (at binen, et yiyen ve ok atan) Türklerini yeni bin yıla taşımak, geleceğin Türk’ünü yetiştirmek zorundayız. Yeni bin yılın Türk’ü ise bugün artık banka ve fabrika kuran, tarımsal ve endüstriyel üretim yapan, yazılım hazırlayan, teknoloji geliştiren ve Mars’a gidendir. Atatürk’ün başlattığı dönüşümü sürdürmek vazgeçilmez bir gerekliliktir.