Sen sen sen

 

Sen bir ömre bedel

 

Yok yok yok

 

Gitme gitme gel

 

Eylül'de gel…

 

 

Alpay... Tüm gençliğimizi dolduran sesiyle ondan dinlemeli bu şarkıyı.

 

Akşam üzerlerini düşünüyorum, güneşin son ışıklarını cömertçe sergilediği akşam üzerlerini. 

 

Günümüzü güzelleştirme işini bitirip, yarın görüşmek üzere der gibi yola çıkışını, tıpkı Eylül gibi…

 

Gençtik, ateş gibiydik. Henüz Eylül'e çamur atmadan yaşamımızı göğüsleyecek cesarete sahip değildik. Avare yüreğimizin peşinden gider, bütün olanlardan Eylül'ü mesul tutardık.

 

Devleştirirdik gözümüzde de gönlümüzde de... Yaşam ve ölüm gibi... Yarım kalmış şiir gibi...

 

Yine de bir ayrı severdik Eylül'ü, tüm ayların içinde onu bir ayrı şımartır, kulağına fısıldardık; on bir ay bir yana sen bir yana diye...

 

Bilirdi elbette nasıl sevildiğini o da. Hüzünle, ayrılıkla, sararıp düşen yapraklarla adı çıksa da, yüreklerimize yaslanıp zarif ve mağrur bakışlarla süzerdi etrafı.

 

Sanki iyi bakın bana yerimi güz yağmurlarına, serin rüzgarlara bırakıp giderim, öncem yok sonram yok, ben Eylül'üm işte der gibi. 

 

Ne yaşasak peşinden ah Eylül derken, tıpkı kırılgan bir dal gibi ellerimizde tuttuğumuz, tutarken kırmaktan korktuğumuz, korktukça hayranlıkla baktığımız bir garip zamandı adeta.

 

Zaman gülerdi bize, biz Eylül'e iftiralar ederken... Her şeyi biriktirip Eylül geldiğinde çığlık çığlığa haykırırken kırıklıklarımızı, kaybedişlerimizi, zaman gülerdi bize…

 

Eylül ise tüm bunlara hiç aldırış etmez, yılda bir kez uğrayıp, yokluğunda neler yaşandığına bakan muzır bir sevgili gibi gözleriyle okşayarak izlerdi bizi.

 

Güzeldir Eylül, güzelliklerle gelir hayatımıza ama zamanı dolunca da gitmek ister.. O zaman... Gitmesine izin vermek gerek.

 

Öyleyse,

 

Sen yine hoşça git Eylül…

Ama Eylül'de yeni umutlarla gel Eylül...

Bekliyorum...