98 yıl önce 20 Ocak 1921 tarihinde 1921 Anayasası kabul edilmişti. O zamanki adıyla Teşkilatı Esasiye Kanunu olarak tanımlanan Anayasa, tarihimizin beş anayasasından biridir. 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları içerisinde ayrıksı bir özelliğe sahip olan 1921 anayasası kısa metniyle ve genel çerçevesiyle diğerlerinden ayrılmaktadır. 

Birinci Meclis, “Hilafet ve Saltanatın, Vatan ve Milletin istihlas (kurtuluşu) ve istiklali (bağımsızlığı)” olarak amacını tanımlasa ve bu haliyle amaca ulaşana kadar olması nedeniyle geçici olduğu var sayılsa bile Meclis, Türk Parlamento Tarihi’nde ilk kez Sarayın atadıklarının dışında ve sadece halktan gelen temsilcilerden oluşuyordu. Üstelik “milli egemenlik” vurgusuyla, kurtuluşunu amaçladığı saltanat ve hilafet makamını da kaldırabilecek güce sahip olarak kendini tanımlamıştı. 

İstanbul Hükümeti’nin Mondros’u imzaladığı, teslimiyetçi ve işbirlikçi bir politikaya yöneldiği bu dönemde, Anadolu’daki direniş hareketinin örgütlediği Erzurum ve Sivas Kongresi gibi direniş odaklarının zorlamasıyla toplanan Son Osmanlı Mebusan Meclisi de vatanın bölünmezliğini ve bağımsızlığını esas alan Misakı Milli’yi kabul etti. Bu onun sonunu getirse de Birinci Meclis’in önünü açtı. Tüm Türk Parlamento Tarihi’nin en renkli ve ideolojik yelpazesi en geniş meclisi olduğu rahatlıkla söylenebilecek olan Birinci Meclis’i bir arada tutan şey Misakı Milli hedefiydi. Öyle ki kılıkları ve kıyafetleriyle, başlıklarıyla, eğitim durumlarıyla ve geldikleri toplumsal kökenler itibarıyla birbirilerinden tamamen ayrılan bu insanları bir arada tutan hedef vatanın kurtuluşu ve ülkenin bağımsızlığı idi. Dinsel kılıklarıyla hoca efendiler, üniformalı genç subaylar, aşiret beyleri, külahlı ağalar ve kavuklu çelebiler, kalpaklı Kuvayı Milliyeciler ve henüz Avrupa’dan dönmüş orada eğitim almış üzerlerine Avrupa kokusu sinmiş genç milliyetçiler… Kurtuluştan sonrası için fikirleri ayrı olsa da kurtuluş için hem fikirdiler. 

Kurtuluş Savaşı, kurtuluşçu Ankara ile işbirlikçi İstanbul’un rekabetini, ikiliğini de içinde barındırmaktaydı. Bu haliyle Kurtuluş Savaşı sadece bir bağımsızlık savaşı değildi aynı zamanda bir ulusal egemenlik savaşıydı İstanbul’a karşı verilen… Meclis açılışının ertesi günü Meclis’çe seçilecek bir hükümetin kurulması ve ama bir devlet başkanlığı kurumunun olmamasına, işlerin Meclis başkanı eliyle yürütülmesi ve gücün Meclis’te toplanmasına yönelik bir karar aldı. Yasama organının yanı sıra bir yürütme organının da oluşması, beraberinde bir genel çerçevede anayasa oluşturulması ihtiyacını da getirdi. Anayasanın hazırlanması konusunda ciddi tartışmalar yaşansa da Meclis’te partiler arası rekabet olmadığı, şahsi çıkarlar güdülmediği ve vatanın, milletin kurtuluşu, emperyalizme karşı bir mücadele yürütüldüğü, buna dinsel metaforların da eklendiği, yürütülen savaş “vatan ve namus” meselesi kabul edildiği için üzerinde uzlaşma çok da zor olmadı. 

Birinci İnönü Zaferi’nin hemen ardından aylar süren görüşmelerden sonra kabul edilen yeni anayasa, 24 maddelik kısa bir anayasadır. Tarihimizin en kısa anayasasını yumuşak bir anayasa olarak tanımlamak gerekir. Buradan kasıt çerçeve niteliğidir. Olağanüstü şartlarda ortaya çıkan olağanüstü yetkilere sahip olağanüstü bir Meclisin hazırladığı olağanüstü bir anayasadır 1921 Anayasası. Birinci Meclis, elindeki gücü ve uygulamalarıyla kurucu bir Meclis’tir, aynı nitelik anayasa için de geçerlidir. 

Bütün gücü elinde toplaması itibarıyla Birinci Meclis, bir tür Meclis diktatörlüğü uygulamıştır. Yasama, yürütme ve yargı yetkisini elinde bulunduran bu Meclis, kendi üzerinde hiçbir güç ve şahıs tanımamıştır. Kuvvetler birliği esasıyla yürütme erkinin mensuplarını (bakanları) bile kendi içinden tek tek seçen, İstiklal Mahkemeleri gibi olağanüstü bir başka kurumu kendi içerisinden çıkararak yargı yetkisini de elinde bulunduran bu Meclis, yetkilerini paylaşma konusunda son derece kıskançtı. Eskişehir-Kütahya Savaşının ardından Mustafa Kemal Paşa’ya bile başkomutanlık yetkisini kısa süreli ve geçici olarak verdi. Meclisin gücünü elinde kıskançça tutması ve gücünü kimseyle paylaşmaması, milli egemenlik ilkesini benimsemesi onu kendinden önceki meclislerden ayırmaktadır. Meclis üstünlüğü sistemi ona saltanat ve hilafet makamını kaldırma gücü imkanı verdi. Meclis, devrimci niteliğini bu ilkeye borçluydu. 

Anayasanın birinci maddesi şöyle idi: 

MADDE 1 – Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın kaderini doğrudan doğruya ve kendi eline alarak yönetmesi esasına dayanır. 

Anayasanın 6. Maddesi Meclisin kendiliğinden toplanacağına ilişkindi:

MADDE 6 - Büyük Millet Meclisinin genel kurulu Kasım ayı başında davetsiz toplanır. 

 Örneğin Birinci Meşrutiyet döneminde parlamento padişahın davetiyle toplanırdı. Padişah davet etmediğinde de toplanamazdı. Nitekim 1878-1908 arasındaki 30 yıllık dönem bunun bir ürünüydü. Padişah anayasal hakkını kullanarak parlamentoyu toplantıya çağırmamıştı.  

Anayasanın diğer maddelerinde şura yönetiminden söz edilmekteydi. Bu biraz Sovyet sisteminin etkisi gibi görülse de ondan ziyade bir miktar “sol” eğilim taşıdığını söylemek daha yerinde olacaktır. Üstelik dönemin koşulları da biraz bunu zorunlu kılar gibidir. Şura yönetimleri ile ilgili maddelere bakıldığında yerel yönetimlere ağırlık verileceği ifade edilmektedir. Bununla beraber bunun otonomi gibi özellikler taşıdığını da söylemek mümkün değildir. II. Mahmut’tan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam eden süreç otonomi ya da ademi merkeziyet değil, merkezi devlet yapısının güçlendirilmesine ilişkindir. 

98 yıl önce kabul edilen 1921 Anayasası, milli egemenlik esasını temel alan niteliği ile kendinden önceki Kanunu Esasi’den ayrılmaktaydı ve Meclis üstünlüğü sistemiyle Atatürk döneminin devrimlerinin meşruiyet kaynağını oluşturmaktaydı. Bu sistemin merkezinde Türkiye Büyük Millet Meclisi yer almaktaydı. Meclis, demokrasinin ve ulusal egemenliğin kutsal mekanıydı. Anayasa bunu sağlamasının yanı sıra kendini “Büyük” olarak tanımlayan Millet Meclisi’nin önüne Türkiye ifadesini koydu. Bu ise tarihimizde bir ilkti. Milletin adı, devletin adı oldu.