Demokrasi, bir ülkede siyasal iktidarın seçimle değiştiği, seçimle iktidarın değişiminin gelenekleştiği yönetim biçimlerine verilen addır. Burada birden fazla siyasal partinin olması zorunluluktur. İktidarın yanı sıra muhalefet partisinin/partilerinin olması vazgeçilmezdir. Partiler arasındaki rekabet ve yarış, eşit koşullarda olmalıdır. 

Türkiye’de siyasal partilerin ortaya çıkışı İkinci Meşrutiyet yıllarına rastlar. Partilerin doğuşuyla birlikte siyasal mücadele demokratik olmayan, şiddet içeren bir boyut kazandı. Suikastlar, cinayetler, sürgünler birbirini izledi. Olayların biraz ayrıntısına bakacak olursak İkinci Meşrutiyet’in yarattığı iyimser tablonun kısa sürede olumsuz bir ortama dönüştüğü görülmektedir.

1908 seçimlerinden sonra İttihat ve Terakki Fırkası’nın karşısındaki muhalefetin güçlenmesiyle (Hürriyet ve İtilaf Fırkası) birlikte, seçimler “siyasal yarışma” olmaktan çıktı ve “sokak terörü”ne dönüştü. Nitekim 1912 yılında yapılan seçimler, “sopalı seçim” ve “dayaklı ve sopalı seçim” olarak tarihe geçti. İttihatçılar 1912 seçimlerini büyük çoğunlukla kazanmalarına rağmen, Meclis-i Mebusan yaklaşık üç ay sonra feshedildi ve İttihatçıların parlamentodaki üstünlüğüne son verildi (Ağustos 1912). Balkan Savaşları nedeniyle yapılması geciken seçimler, ancak 1914 yılında yapılabildi. 1913 yılında Babıali baskını ile iktidara gelen İttihat ve Terakki Fırkası, 1914 seçimlerine rakipsiz olarak girdi ve kazandı. Bu dönemde, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girdi. 1918 yılı sonbaharında  savaşta uğranılan yenilgi sonucunda İttihatçılar hükümetten çekilince, Padişah Vahdettin de “zorunlu politik nedenler” gerekçesini ileri sürerek İttihatçılar oluşan Meclis-i Mebusan’ı feshetti. 

İkinci Meşrutiyet döneminin siyasal ortamındaki parti kavgaları (İttihat ve Terakki Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası) ülkeyi olumsuz yönde etkiledi. Sokak terörü, sopalı seçimler ve sürgünler, iki parti arasında büyük bir nefret yarattı. Bu nefret, Milli Mücadele’yi de olumsuz yönde etkiledi. Hürriyet ve İtilafçılar, Milli Mücadele’yi İttihatçı bir hareket olarak gördükleri için desteklemediler. Tek parti dönemi boyunca CHP, İkinci Meşrutiyet dönemindeki parti kavgalarını “yıkıcı” olarak tanımladı ve bunun propagandasını yaparak, kendi tek parti iktidarını pekiştirmede kullandı.

Tarık Zafer Tunaya, İttihat ve Terakki Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasındaki çatışmanın halka nasıl yansıdığı konusunda şu bilgiyi vermektedir: 

“Yabancı işgali altında bulunan güney Ege’nin bir kasabasında iki devlet memuru bir mezarlığın yanından geçmektedirler. Birisi orada yatan dindaşlara fatiha okumayı öneriyor. Okuyorlar. Fakat öteki şunu ekliyor: ‘Ben duamı İttihatçıların ruhuna ithaf etmiyorum’.

Meşrutiyeti kasıp kavuran fırkacılık bu olay ile tanımlanabilir. Siyasi parti taraftarlığını bir tür din sayan, karşı parti üyesine ancak intikam ve kinle bakan insanlar ülkesinin tanıkları, bugün artık olağan bir kurum haline gelmiş olan fırkadan (siyasal partiden) söz edildiğinde daima ürkmüşlerdir”. 

Tunaya, 1950 seçimlerinden kısa bir süre önce yazdığı ve particiliği “yakın tarihin kabusu” olarak tanımladığı bu yazısında; parti yöneticileri, üyeleri ve sempatizanları arasındaki düşmanlığın ve cepheleşmenin artık gerilerde kaldığı gibi, iyimser bir değerlendirme yapmaktadır. Ancak, ne yazık ki, Tunaya’nın daha sonraki yazılarında da belirttiği gibi, “siyasi hayatın motoru” olan “kin” sonraki yıllarda da devam etti. 

Fırkacılık, “Karşıt parti mensubu ancak kin ve intikamla bakmak demektir. Bu tür bir anlayışa dayanan çok partili rejim memleketi bir cehenneme çevirir. Muhalefet iktidar ilişkileri bir ölüm kalım savaşı olur. Karşılıklı düşman cephelerin kuruluşu demektir.

Meşrutiyet, soysuzlaştırılmış bir partiler rejimiyle, kolayca bir cehenneme çevrilebilmişti. Siyasal hayat ta bir savaş meydanına. Fırkacılığın varmış olduğu en feci sonuç, memleketin ikiye bölünmüş olmasıydı. İttihatçılarla (İttihat ve Terakki yanlıları) İtilafçılar (Hürriyet ve İtilaf partisi yanlıları) Orta Çağ’ın din savaşlarına egemen zihniyetin temsilcileriydiler. Birbirlerini öldürmelerini, idam sehpasında birbirlerine küfretmelerini mümkün kılan bu tutum, Türkiye’nin siyasal hayatında, çeşitli sosyal nedenlerin yaratığı olarak, Meşrutiyetle başlamıştır. Bugün bile süregelmektedir”.

T. Z. Tunaya’nın bu son değerlendirmesi 1963 yılına aittir. DP’nin 27 Mayıs ile iktidardan düşürüldüğü, Vatan Cephesi uygulamalarının yaşandığı ve Tunaya’nın da DP karşıtı safta yer aldığı düşünülecek olursa; 1950’deki iyimserliğinin DP iktidarı döneminde ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.

1960-1980 arasında yaşanan sağ-sol cepheleşmesi/Milliyetçi cephe ile 1990’lı yıllarda yaşadığımız laik-İslamcı cepheleşmesi de hem demokrasimize hem de ülkemize zarar verdi.

Parti kavgalarının vatan söz konusu olduğunda bile geride bırakılamaması esas anlamda beka sorunu yaratacak konudur. Dolayısıyla mesela İstanbul seçimlerinin yenilenmesi beka meselesi değildir. Ancak bir şehit cenaze töreninde muhalefet partisi liderine saldırı yapılmasının iklimini yaratmak ciddi bir beka meselesidir. Vatan savunmasında bir araya gelememenin zorluklarını Kurtuluş Savaşı’nda yaşadık. Vatan savunması için şehit olan bir askerin cenazesinde yaşananlar, “millet” olma bilincine sahip olamayanların girişiminden ibarettir. Milli egemenlik istiyorsak, önce “millet” olmayı becerebilmek gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok yerinde bir şekilde kızgın demiri soğutmaktan ve Türkiye ittifakından söz etmesi, Türkiye’nin siyasal normalleşmeye ihtiyacı olduğunu teyit etmektedir. Sanırım bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmesi ya da araması önemli bir kilometre taşı olacaktır.