Türk Demokrasi Tarihi dersi veren biri olarak, öğrencilerime Türkiye’de askeri darbelere yol açan nedenleri anlatırken öncelikle iç dinamiklere dikkat çekerim:

-          Devalüasyonlu ekonomik kriz (1958, 1969-70, 1980, 1994)

-          Siyasal kutuplaşma (Vatan Cephesi, Sağ-Sol cepheleşmesi, Milliyetçi Cephe, Laik-İslamcı cepheleşmesi)

İç dinamiklerin oluşması ile birlikte askeri darbeyi yapanlar, ABD/NATO onayı alarak dış dinamiğin oluşmasını sağladılar.

Bugün Türkiye askeri darbe öncesi bir ortamda bulunmasa da yine benzer bir kaotik süreci yaşıyor. Son olarak Rus büyükelçisine yapılan suikast dikkat çekici. İkinci Meşrutiyet’ten bugüne kadar yapılan pek çok suikastı hatırlamak gerekir. Bunlar arasında görevde bulunan başbakanlardan (Mahmut Şevket Paşa) tutun da eski başbakanlara (Nihat Erim) kadar… Pek çok milletvekili, aydın, yazar, akademisyen de var… Ancak yabancı bir diplomata, büyükelçiye yönelik suikast istisnai bir örnek. Bunun bir benzerini İkinci Dünya Savaşı yıllarında (1942) yaşamıştık. Almanya’nın Ankara büyükelçisi von Papen, kendisine düzenlenen bir suikasttan kurtulmuştu. Azmettiricilerin Sovyet kökenli olduğu, Türk-Alman ilişkilerini bozmak için böyle bir saldırıyı yaptırttıkları dile getirilmektedir. Maksat hasıl olmamış, ilişkiler bozulmamış, Türk sanıklarla birlikte Sovyet kökenli diplomatlar yargılanıp mahkum olmuştu.

Türkiye’nin dış politikasında ciddi sarsıntı yaratan bir olay da 1945 yılında Sovyetlerin Türkiye’den toprak ve Boğazlarda üs talep etmesiydi. Bu baskı, Türkiye’nin Batı bloğuna yakınlaşmasının temel nedenlerinden biriydi.

Türk-Amerikan ilişkilerinde sarsıntı yaratan ve Türk dış politikasında ciddi kırılmaya yol açan bir başka olay da 1964 yılındaki Kıbrıs meselesidir. Türkiye, bu tarihte Kıbrıs’a müdahalesine sert bir şekilde karşı çıkan ABD Başkanı Johnson’un ünlü mektubundan sonra Sovyetlerle ilişkilerini düzeltti. İnönü, “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de orada yerini alır” dedi. Dedi ama, sonuçta başbakanlığını da kaybetmek zorunda kaldı. İlginç olan, yerine gelen Demirel’in de Sovyetlerle ilişkileri düzeltme politikasını sürdürmesiydi. Dolayısıyla İnönü’nün izlediği hükümet politikası, bir devlet politikasına dönüştü.

Türkiye, arada bazı sorunlar yaşasa da 1945 yılından bu yana Batı ittifakı ile iyi ilişkiler kuran, dış güvenliğini NATO ile, ekonomik kalkınmasını ise AB ile sağlamaya yönelik bir devlet politikası izledi. Bugün gelinen noktada ise hem içeride ve hem de dışarıda tam anlamıyla kaos hakim… İçeride 15 yıldır iktidarda olan bir tek parti yönetimi –üstelik koalisyon değil!- eliyle ülke istikrarsızlaştırılıyor. Maksat, sistem değiştirip başkanlık sistemine geçmek. Bu, üçüncü dünya tipi bir başkanlık sistemi… Kuzey Amerika’ya değil Güney Amerika’dakilere benziyor. Sistem değişikliği Türkiye’yi içeride istikrarsızlaştırıyor. Dışarıda ise bir belirsizlik ve güvenilir olmayan bir durum söz konusu. Dış politikadaki yeri ve kimlerle iyi ilişkide olacağı belli değil… Aslında kısmen belli ama bu Batı dünyası değil. Rusya, Katar vb ülkeler… Görünen tablo ürkütücü…

İç ve dış politika alanındaki sorunlar, Türkiye’yi daha da istikrarsız kılacak gibi görünüyor. Ankara’daki suikast, Türkiye’yi Rusya’ya daha da yakınlaştırabilir. Batı’dan daha da uzaklaştırabilir. Rusya güdümündeki Suriye gibi bir ülkeye benzemeyi kimse istemez sanırım. Hadi Suriye demeyelim ama Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri gibi de olmak istemeyiz herhalde.

Yaşanan vahim durumu, büyük devlet olduğumuz için bunlar oluyor ya da sınırlarımızın dışına taşmamız engellenmek istendiği için bunlar oluyor şeklinde açıklamanın inanılır bir tarafı yok.

Ülke içinde yaşanan en temel sorunlardan biri de bizi bir arada tutan çimentonun zayıflaması… Ne dindar ne de kindar bir nesle ihtiyacımız var. Her ikisi de “milli” değil! Bizim Cumhuriyetin kurucu değerlerini benimsemiş, Batılı değerlere dayanan, kanla ve irfanla kurulan ülkeye sahip çıkan bir nesle ihtiyacımız var. Yoksa o neslin eline kimin silah vereceğini, kimin ülkenin altına dinamit yerleştireceğini bilemeyiz.

 

Dünya ile barışık olmayan, marjinal bir ülke olmak Türkiye’nin geleceği açısından hiç de iyi olmayacaktır. Pusula bellidir, bu -tekrar söylemek gerekirse- laik ve milli Cumhuriyettir. Atatürk’ün bıraktığı mirastır. Bu bağlamda Atatürk’ün izlediği çok yönlü, barışçı, açık, dürüst ve güvenilir dış politikadır.