Osmanlı Devleti’nde modernleşme bir ihtiyaç olarak doğdu. Bunun temel nedeni Batı karşısında uğranılan yenilgiler, uğradığı kayıplar ve yok olma tehlikesiydi. Nitekim görünen modernleşme ihtiyacı kendini öncelikle iki alanda hissettirdi: Maliye ve Ordu… Aşağı yukarı Lale Devri’nden başlayarak ilerleyen III. Selim, II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde daha geniş bir alana yayılan 300 yıllık bir modernleşme tarihinden söz etmek mümkün. Söz konusu 300 yıllık modernleşme tarihini iki ana bölüme ayırabiliriz: Osmanlı modernleşmesi ve Cumhuriyet modernleşmesi.

 

Yaklaşık 200 yıllık Osmanlı modernleşmesi, imparatorluğu kurtaramadı ama ömrünü uzattı ve Cumhuriyetin kuruluşu için altyapı hazırladı. Bu süreçte oluşturulan pek çok kurum Cumhuriyet döneminde de devam etti. Söz konusu kurumlar arasında askeri okullar büyük bir yer teşkil etmektedir. Osmanlı modernleşmesi, genel olarak devleti ve devletin kurumlarını modernleştirmeyi, bu bağlama uygun da asker-sivil bürokrat yetiştirmeyi amaçlıyordu.

 

Tanzimat öncesinde modernleşmenin öncüsü padişahlardı. III. Selim ve II. Mahmut bunun tipik örnekleridir. Tanzimat ile birlikte Harbiye-Tıbbiye-Mülkiye gibi okullardan yetişen üst düzey bürokratlar modernleşmenin öncüsü oldular. Dolayısıyla modernleşme fikri padişahtan devlet adamlarına doğru bir yayılma eğilimi gösterdi. Galatasaray ve Darüşşafaka gibi sultaniler sivil bürokrasi için eleman yetiştirirken askeri idadiler giderek yaygınlaştı. Onlar da askeri bürokrasinin altyapısını oluşturdular: İstanbul (1846), Bursa (1846), Edirne (1847), Manastır (1847)… Askeri idadiyi bitirenler, Harbiye’nin kapısını çalmaktaydılar. Bu okullar, Tanzimat sonrasında yeni bir aydın ve asker-sivil bürokrat tipi yarattı.

 

Tanzimat sonrasında söz konusu okullardan yetişenler, “Bu devlet nasıl kurtulur?” sorusuna yanıt aradılar. “Bu devlet nasıl kurtulur?” sorusu, padişaha karşı örgütlenmeyi ve yaşanan sorunların sorumlusu olarak padişahı görmeyi de beraberinde getirdi. Osmanlı tarihinde ilk modern muhalefet örgütlenmesinin Kuleli Askeri Lisesi’nden çıkması, tarihe Kuleli Vakası diye geçmesi şaşırtıcı değildir. Fedailer Cemiyeti adı altında ve Batı tarzında (yer altı örgütlenmesi, hücre tipi yapılanma ve Karbonari Cemiyeti’nden etkilenme…) örgütlenen bu ilk muhalefet denemesi, kısa bir sürede dağıtıldı (1859). Ancak sonraki hareketlerin de öncüsü oldu. 1865 tarihli Genç Osmanlılar (Jön Türkler) Cemiyeti, sivil bürokrasinin ve aydınların örgütlenmesiydi. 1889 tarihli İttihat ve Terakki Cemiyeti ise Harbiye-Tıbbiye kökenliydi. Mustafa Kemal ve kuşağı, dağılan imparatorluğu kurtarmak çareler aradılar. Bu bağlamda da örgütlendiler. 1878’deki Osmanlı-Rus Savaşı, Tuna Vilayeti’nin kaybına, 1912’deki Birinci Balkan Savaşı kalan Balkan topraklarının kaybına ve Birinci Dünya Savaşı da Arap topraklarının kaybına yol açtı. Son 40 yılda (1878-1918) yaşanan üç büyük travma, Mondros ve Sevr ile sonuçlanacakken söz konusu örgütçü yurtsever-milliyetçi kuşak, yeniden örgütlenerek Müdafaa-i Hukuk-Redd-i İlhak temelinde, Mustafa Kemal’in liderliğinde ülkeyi kurtardılar. Cumhuriyeti kuran kuşak da sözünü ettiğimiz okullarda yetişti.

 

Askeri liseler, Harbiye-Tıbbiye temelindeki askeri kurumlar geçmişte padişahlara da muhalefet ettiler. Onlara karşı örgütlendiler. Tek kaygıları vatan sevgisiydi. Devleti kurtarmaktı. Bugün bu kurumları kapatırken –bilinç altısal olarak- geçmişte bunlar padişahlara karşı örgütlendiler fikri etkili olmuş olabilir mi? Yoksa bu kurumlar sadece FETÖ’cü yapılanma nedeniyle mi kapatıldı? Kurumların tarihsel geleneği devlete sadakat, vatan sevgisi üzerinedir. Devlet ve vatan sevgisi, padişah sevgisinin üzerindedir. FETÖ’cü yapılanma bu kurumların tarihsel geleneğine terstir. Dolayısıyla kurumları kapatmak çözüm değildir. Devlet geleneğine, devlet belleğine ve devlet aklına aykırıdır. 300 yıllık modernleşme tarihinin kurumlarını yok etmek, devleti yok etmekle eşdeğerdir. Sizi büyük yapan köklü tarihinizdir, buna kurumların tarihi de dahildir.