Facebook ve Twitter gibi sosyal medya alanlarında paylaşılan ama gerçekliÄŸi sorgulanmayan ve giderek yaygınlaÅŸan bir görsel malzemeler, tarihsel belge diye ortada dolaşıyor. Paylaşılan malzemeler bir tür belge fetiÅŸizmi ile sorgulanmadan ya da doÄŸruluÄŸu araÅŸtırılmadan zincirleme bir ÅŸekilde paylaşılmakta. Üstelik bunların bir bölümü akademisyenler tarafından bilimsel yayınlarında da kullanılmakta. Bunlar içerisinde en yaygın olanları Atatürk ile ilgili…
Yukarıdaki iki belge ve bunların deÄŸiÅŸik versiyonları internet üzerinde sıklıkla paylaşılmaya devam etmekte. Yapılan paylaşımlarla birlikte Atatürk’ün emperyalizme, Batı’ya verdiÄŸi ders yorumları yapılmakta. Ayrıca Atatürk’ün İslam coÄŸrafyasına nasıl sahip çıktığı da vurgulanmakta.
Atatürk, gerçekten böyle bir konuÅŸma yapmış olabilir mi?
Konuşmanın yayınlandığı belirtilen gazete, The Bombay Chronicle. Alıntının da Hakimiyeti Milliye gazetesinden yapıldığı belirtiliyor. Gelelim değerlendirilmesine:
BaÅŸtan söyleyelim. Atatürk böyle bir konuÅŸma yapmadı. İlginç olan kendini Atatürkçü olarak niteleyenlerin bu konuÅŸmayı övünme amaçlı paylaÅŸmaları. Gerçekten Atatürk’ü iyi tanımış olsaydılar, konuÅŸmayı okuduklarında içeriÄŸinden ÅŸüphelenmeleri gerekirdi. Bu konuÅŸma Milli Mücadele yıllarında yapılmış olsaydı belki içindeki dinsel söylem anlaşılabilirdi. O dönemde bile Türkiye Misak-ı Milli sınırlarının dışına çıkmayı, İslam dünyası için savaÅŸmayı planlamamıştı. 1930’lar Türkiye’si laikliÄŸin ve seküler milliyetçiliÄŸin yükseldiÄŸi yıllardır. Atatürk, bu yıllarda -hatta daha 1923’ten itibaren- dinsel içerikli bir konuÅŸma yapmadı. Dönemin Türkiye’sinin milliyetçilik anlayışı yayılmacı deÄŸildi ve Misak-ı Milli ile sınırlıydı. Türkiye, dış politika sorunlarını barışçı yollardan çözmeye gayret etti. Musul, BoÄŸazlar ve Hatay, 1923 sonrası Lozan’dan geriye kalan sorunlardı. Bu sorunlardan son ikisi, 1930’ların ikinci yarısında Türkiye lehine çözümlendi. Nitekim Atatürk, 1931 yılında “Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz” demiÅŸti. Dönemin Türkiye’sinin dış politikası aktif bir barışçı politika izlemekten geçiyordu ve çok yönlü bir nitelik taşıyordu: Batı ile iyi iliÅŸkiler, Sovyet Rusya ile iyi iliÅŸkiler ve bölge ülkeleriyle iyi iliÅŸkiler (Balkan Antantı ve Sadabat Paktı).
Belgenin dili de 1930’ların ikinci yarısının diline uymuyor. Dil devrimi sonrası daha sade bir dil kullanıldığını belirtmek gerekir.
Yine ikna olmadıysanız devam edelim:
KonuÅŸmanın Hakimiyeti Milliye gazetesinden alındığı belirtiliyor. Oysa o tarihte Hakimiyeti Milliye diye bir gazete yok. Söz konusu gazete birkaç yıl önce isim deÄŸiÅŸtirmiÅŸ Ulus adını almıştı.
Yine mi ikna olmadınız? Devam edelim o zaman:
KonuÅŸmanın TBMM’de yapılmış olduÄŸu belirtildiÄŸine göre TBMM Zabıt Ceridelerinde olması gerekir. 1937 yılının yaz aylarındaki sayılarına baktığımda da bulamadım.
Atatürk’ün TBMM’de yaptığı konuÅŸmalar Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt I adlı kitapta yer alıyor. Buradaki konuÅŸmaların tümü incelendiÄŸinde görülüyor ki, Atatürk böyle bir konuÅŸma yapmamış. Ayrıca dikkat çekici bir nokta da, Atatürk’ün 1924 yılından itibaren sadece 1 Kasım’larda konuÅŸma yapmasıdır; yani, TBMM’nin o zamanki açılış tarihi olan 1 Kasım tarihinde açılış konuÅŸmaları dışında TBMM’de bir konuÅŸma yapmadı.
Dönemin gazetelerinde de böyle bir konuÅŸma yok. Herhangi bir hatırada da geçmiyor.
Ama konuÅŸma metni BaÅŸbakanlık Cumhuriyet ArÅŸivi’nde yer alıyor:
Tarih: 20/8/1937 Sayı: Dosya: 438A25 Fon Kodu: 30..10.0.0 Yer No: 266.793..25.
Atatürk'ün Avrupa'nın Filistin ve İslam topraklarını hakimiyeti altına almasına Türklerin izin vermeyeceÄŸine dair nutkunun Bombay Cronicle gazetesinde yayınlanması.
Peki bu nasıl olmuÅŸ? Neden The Bombay Chronicle bu sahte konuÅŸmayı yayınlamış? Onun için söz konusu gazeteye bakmak gerekir:
Gazete, İngilizlere karşı Hint milliyetçilerinin çıkardığı, bağımsızlık yanlısı bir gazete. Muhtemelen Hint Müslümanlarının uydurduÄŸu ya da Hint Müslümanlarını mücadeleye kazanmak için uydurulan bir konuÅŸma bu. Türkiye’nin dışiÅŸleri yetkilileri de gazetedeki bu metni BaÅŸbakanlığa iletmiÅŸ. ArÅŸive de öyle girmiÅŸ.
KonuÅŸmanın BCA’da yer alması, bazı tarihçileri yanılgıya sürüklemiÅŸ ve gerçekmiÅŸ gibi kullanmalarına yol açmıştır:
Bayram Bayraktar, “Atatürk’ün Orta DoÄŸu Politikası”, http://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/BAYRAKTAR-Bayram-ATAT%C3%9CRK%E2%80%99%C3%9CN-ORTA-DO%C4%9EU-POL%C4%B0T%C4%B0KASI.pdf (son eriÅŸim tarihi: 11 Ocak 2016).
Mehmet Çelik, “Türkiye’nin OrtadoÄŸu Çıkmazı”, http://kurumsal.data.atilim.edu.tr/pdfs/081127.pdf (son eriÅŸim tarihi: 11 Ocak 2016).
Ahmet Rıfat Güzey, “Türkiye AB’ye mi, Yoksa Avrupa Türkiye’ye mi Giriyor?”, http://www.kefdergi.com/pdf/15_1/323.pdf (son eriÅŸim tarihi: 11 Ocak 2016).
YaÅŸar Kalafat, “Kültürel Kimlik Algılayışına EleÅŸtirisel Bir Yaklaşım”, http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/kalafat_kulturel_kimlik.pdf (son eriÅŸim tarihi: 11 Ocak 2016).
Sinan Meydan, “Cemaatin Kadrolu Tarihçisine (CKT) Cevaplar”, http://odatv.com/cemaat-bu-laflari-kaldiramaz-0108101200.html (son eriÅŸim tarihi: 11 Ocak 2016).
Sait Yılmaz, “Atatürk, OrtadoÄŸu ve Filistin”, http://usam.aydin.edu.tr/ATATURK_ORTADOGU_VE_FLSTN(1d,%203a).pdf (son eriÅŸim tarihi: 11 Ocak 2016).
Atatürk’ü yüceltmek ya da belki de küçültmek adına bazı fotoÄŸrafların bazı yanlış yorumlar eklenerek dolaşıma sokulduÄŸu da görülmektedir.
FotoÄŸrafın üstünde yazdığına göre, 32 kral, 62 cumhurbaÅŸkanı gelmiÅŸ Türkiye’ye… FotoÄŸrafın 1930’larda çekildiÄŸi belli. Ancak, o dönemde bu kadar devlet de yok, Türkiye’ye topluca gelen devlet baÅŸkanı da… FotoÄŸraf, muhtemelen Cumhuriyetin ilk yıllarında düzenlenen bir yemekte çekilmiÅŸ…
Yukarıdaki fotoÄŸraf, “Atatürk’ün elini öpen İngiliz kralı” diye sosyal medyada dolaşıma sokulmuÅŸ. Bu fotoÄŸraf muhtemelen 1927 yılına ait. Oysa İngiltere kralı VIII. Edward 1936 yılında Türkiye’ye geldi. EÄŸilen kral deÄŸil sıradan bir vatandaÅŸ. Elini öptürmemek için de uÄŸraÅŸan Atatürk…
Yukarıda yapıldığı iddia edilen konuÅŸma da tamamıyla uydurma… Kısaca nedenini söyleyeyim. Yıl, 1924… Atatürk, cumhurbaÅŸkanı… Atatürk, söz alıp kürsüye çıkıyor, diye anlatılıyor. Bir cumhurbaÅŸkanının, Meclis’te Anayasa tartışmalarına katıldığı nerede görülmüÅŸ? Üstelik söz alıp kürsüye çıkıyor… Akıl alacak iÅŸ deÄŸil… Günümüz Türkiye’sine dair de birebir göndermelerde bulunuyor. Bu uydurma konuÅŸma metinlerini kimler hazırlıyor? Bilmiyorum. Bunun ardında bir iyi niyet aramak mümkün deÄŸil… Ancak mantık süzgecinden geçirmeden bunlara inanmak da pek normal bir durum deÄŸil… İsteyen dönemin TBMM tutanaklarını internet üzerinden inceleyebilir, araÅŸtırabilir.
Bu da uydurma bir konuÅŸma… TBMM tutanaklarında da yok, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nde de… AKP, Tayyip ErdoÄŸan ve Gülen Cemaati’ne yönelik göndermeler içerecek ÅŸekilde uydurulan bir konuÅŸma, sadece gülünç deyip geçeyim… 17 Aralık (1927) tarihinin not düÅŸülmesi de manidar diyelim. Ancak yine de konuÅŸmayı ciddiye alıp kullananlar da var:
https://www.anitkabir.com.tr/Dosyalar/Resimler/Dergi/Anitkabir-Dergi-57.pdf (son eriÅŸim tarihi: 11 Ocak 2016).
Atatürk’ün saÄŸlık durumu ve ölümü ile ilgili rivayetler uzun yıllardan beri çeÅŸitli kesimler tarafından dile getirilmekteydi. Tedavisinin iyi yapılmadığı ya da Masonlar tarafından öldürüldüÄŸü gibi rivayetler bunlar arasındadır. Bunların aslı astarı da yoktur. Atatürk’ün saÄŸlığı ve ölümü üzerine ÅŸu akademik iki kaynağı öneririm:
- Bilal N. ÅžimÅŸir, Atatürk’ün SaÄŸlığı, TTK Yay., Ankara, 1989.
- Eren Akçiçek, Atatürk’ün SaÄŸlığı, Hastalıkları ve Ölümü, Güven Kitabevi, İzmir, 2005.
Türkiye’de olayları anlamaya ve öÄŸrenmeye yönelik çaba harcamaktan ziyade iç ve dış komplo teorilerine itibar etmek son derece yaygın. Bu muhtemelen az okumaktan, araÅŸtırmaya zahmet etmemekten ya da ideolojik bakış açısından kaynaklanıyor. Ne yazık ki toplumda var olan bu potansiyeli ülkeyi yönetenler de besliyor, hatta kendi siyasal çıkarlarına alet ediyor. Üstelik buna malzeme saÄŸlayan “sözde tarihçiler” de mevcut.
Atatürk ve İnönü arasındaki anlaÅŸmazlığa dair iki akademik kaynak da önereyim:
- Hakkı Uyar, Tek Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yay., İstanbul, 2012.
- Cemil Koçak, Türkiye'de Milli Åžef Dönemi (1938-1945) Cilt 1, İletiÅŸim Yay., İstanbul, 2012.
Koçak ile döneme bakış açımızda bazı farklılıklar olmakla beraber, Atatürk-İnönü anlaÅŸmazlığını kapsayacak bir ÅŸekilde dönemin özelliklerini ÅŸöyle özetlemek mümkün:
Atatürk ve İnönü; Türkiye’de tek parti dönemi olarak tanımlanan 1925-1945 yılları arasını kapsayan dönemde iktidarı ellerinde tutan isimler oldu. Atatürk’ün cumhurbaÅŸkanlığı dönemini (1923-1938), İnönü’nün cumhurbaÅŸkanlığı (1938-1950) izledi. Bu iki dönemin birbiriyle iliÅŸkisi konusunda farklı görüÅŸler bulunmaktadır. Bazı araÅŸtırmacılar, iki dönemin birbirinden tamamıyla farklı olduÄŸunu söylerken; bazı araÅŸtırmacılar da iki dönemin birbirinden hemen hiç farkının olmadığı fikrindedir. Aslında iki dönem, ne birbirinin tamamen aynıdır ne de birbirinin tamamen zıddıdır. Dolayısıyla iki dönem arasında bir süreklilik olmakla beraber önemli kırılma noktaları da vardır.
Atatürk’ün 1937’de İnönü’nün yerine Celal Bayar’ı baÅŸbakanlığa getirmesinde ülkenin önceliklerinin deÄŸiÅŸmesi de etkili oldu. İnönü’nün baÅŸbakanlığı döneminde devrimler gerçekleÅŸtirilmiÅŸ ve rejimle ilgili sorunlar çözülmüÅŸtü. Bunlar 1920’ler Türkiye’sinin öncelikleriydi. 1930’lar Türkiye’sinin temel sorunu ise sanayileÅŸmeydi, kalkınmaydı. Bu nedenledir ki Atatürk, 1932’de ekonominin başına getirdiÄŸi Bayar’ı –ki Bayar o tarihe kadar İş Bankası’nın başındaydı-, 1937’de baÅŸbakanlığa taşıdı. İnönü’nün yerine Bayar’ın gelmesinin ana nedeni de kalkınmaya verilen öncelikti. Bunun dışında Atatürk ile İnönü arasındaki kiÅŸisel anlaÅŸmazlıklar ve dış politika konusundaki fikir ayrılıkları (Hatay Sorunu, Nyon Konferansı) da Bayar’ın tercih nedeni oldu. EÄŸer dönemin temel önceliÄŸi kalkınma/sanayileÅŸme olmasaydı pekala ki İnönü’nün yerine Åžükrü Kaya ve Tevfik RüÅŸtü Aras gibi isimler geçebilirdi.
İnönü'nün baÅŸbakanlıktan ayrılışı iki aÅŸamalı oldu. İlk aÅŸamada, İnönü'nün bir buçuk aylık izne ayrıldığı ve yerine Celal Bayar'ın vekalet edeceÄŸi kamuoyuna Anadolu Ajansı aracılığı ile duyuruldu (20 Eylül 1937). 26 Eylül tarihli gazetelerde yer alan haberde, baÅŸbakanlıkta kesin deÄŸiÅŸiklik yapıldığı belirtilmekte ve Bayar’ın TBMM açılana kadar vekaleten görevi sürdüreceÄŸi belirtilmektedir. Söz konusu haberde, baÅŸbakanlıktaki deÄŸiÅŸikliÄŸin fikir ayrılığı nedeninden kaynaklanmadığı, deÄŸiÅŸen ÅŸartlar nedeniyle baÅŸbakanlıkta deÄŸiÅŸiklik yapıldığı ileri sürülmektedir. Çünkü bir büyük asker ve diplomata ihtiyaç gösteren baÅŸbakanlık makamı, bu yeni dönemde ekonomiden anlayan birine gereksinim göstermiÅŸti. 1930’lar Türkiye’sinin temel sorunu topyekun kalkınma idi. Bu nedenle yapılabilecek en doÄŸru uygulama, ekonomiden anlayan birini doÄŸrudan doÄŸruya iÅŸbaşına getirmekti.
Atatürk’ün 1938 yılında vefatı üzerine CHP’nin DeÄŸiÅŸmez Genel BaÅŸkanlığı, CumhurbaÅŸkanı seçilen İsmet İnönü’ye geçti. 26 Aralık 1938 tarihinde toplanan CHP OlaÄŸanüstü Kurultay’ında kabul edilen tüzükle, İsmet İnönü DeÄŸiÅŸmez Genel BaÅŸkan olurken (madde 3), Atatürk de CHP’nin kurucusu ve ebedi baÅŸkanı ilan edildi (madde 2). DeÄŸiÅŸmez Genel BaÅŸkan, ancak ÅŸu üç koÅŸuldan biri gerçekleÅŸtiÄŸinde deÄŸiÅŸebilecekti: Ölüm, görev yapamayacak kadar hasta olma ve istifa. Bu üç koÅŸuldan biri gerçekleÅŸtiÄŸinde, Kurultay olaÄŸanüstü olarak toplanacak ve yeni bir DeÄŸiÅŸmez Genel BaÅŸkan seçecekti (madde 4). Böylece, deÄŸiÅŸmez genel baÅŸkanlığın sürekliliÄŸi vurgulanırken; deÄŸiÅŸmez genel baÅŸkanın deÄŸiÅŸme koÅŸulları da belli bir esasa baÄŸlandı. Oysa, daha önceki tüzüklerde deÄŸiÅŸmez genel baÅŸkanın hangi koÅŸullarda deÄŸiÅŸebileceÄŸi esası üzerinde durulmamıştı. Sonuç olarak daha önce geçici olarak düÅŸünülen deÄŸiÅŸmez genel baÅŸkanlık daimi bir nitelik kazanmış oldu.
CHP’nin 26 Aralık 1938 tarihli OlaÄŸanüstü Kurultay’ında dikkat çekici bir geliÅŸme de Atatürk döneminde sık sık kullanılan, fakat resmi bir nitelik kazanmayan Åžef kavramının –ki bu kavram dönemin dünyasında çok yaygındır- resmi bir nitelik kazanması oldu. Atatürk, Ebedi Åžef, İnönü de Milli Åžef olarak tanımlandı.
Bayar, Atatürk’ün son, İnönü’nün ilk baÅŸbakanıydı. Ancak, Bayar’ın İnönü dönemindeki baÅŸbakanlığı kısa süreli oldu ve geçiÅŸ dönemi baÅŸbakanlığı niteliÄŸi taşımaktaydı. Atatürk'ün vefatı üzerine, CumhurbaÅŸkanı seçilen İnönü'nün yeni kurulan Celal Bayar Hükümeti’nde (İkinci Bayar Hükümeti: 11 Kasım 1938-25 Ocak 1939) iki kiÅŸiye görev verilmemesi özellikle dikkat çekiciydi. Bunlar, İnönü karşıtlıklarıyla ve eylemleriyle -İnönü’yü yurt dışına büyükelçi olarak göndermeye yönelik baÅŸarısız giriÅŸimi- bilinen İçiÅŸleri Bakanı Åžükrü Kaya ve DışiÅŸleri Bakanı Tevfik RüÅŸtü Aras'tı. Bu iki kiÅŸinin yerine, İnönü'nün güvenilir adamları getirildi: İçiÅŸleri Bakanlığı'na -İnönü'nün baÅŸbakanlıktan istifa ettiÄŸi dönemde- hükümetten ayrılan Refik Saydam atandı. DışiÅŸleri Bakanlığı'na ise, yine İnönü'ye yakın kiÅŸilerden Åžükrü SaracoÄŸlu geldi. İnönü'nün Kaya ve Aras'ın yerine hükümete soktuÄŸu Saydam ve SaracoÄŸlu ilerleyen yıllarda İnönü'nün baÅŸbakanları görev yaptı.
İçiÅŸleri Bakanı deÄŸiÅŸikliÄŸi ile polis ve istihbarat teÅŸkilatını kontrolü altına alan İnönü ikinci aÅŸamada Bayar'ı tasfiye etti. Bayar'ın yerine baÅŸbakanlığa Refik Saydam getirildi. Saydam, Ocak 1939'dan Temmuz 1942'ye kadar baÅŸbakanlık yaptı. Refik Saydam ülkede her ÅŸeyin A’dan Z’ye bozuk olduÄŸunu söyleyen bir baÅŸbakandı. Burada bir önceki dönemde devralınan mirasa yönelik bir eleÅŸtiri söz konusuydu. O'nun ölümü üzerine de bu göreve getirilen SaracoÄŸlu, AÄŸustos 1946'ya kadar baÅŸbakan olarak kaldı.
Bakanlıktan uzaklaÅŸtırılan Kaya ve Aras, 1939 yılında yapılan yeni milletvekili seçimlerinde milletvekilliÄŸine de aday gösterilmediler. Bu durum, İnönü'nün en büyük hedefinin bu iki kiÅŸi olduÄŸunu göstermektedir.
İkinci aÅŸamada ise tasfiye edilen Bayar'ın kurduÄŸu hükümet çeÅŸitli yolsuzluk olayları ile sarsıldı ve böylece, Bayar'ın tasfiyesi daha kolay oldu. Bayar hükümetini sarsan yolsuzluk olayları ÅŸunlardı: İstanbul Valisi Muhittin ÜstündaÄŸ olayı, Uçak kaçakçılığı olayı/Ekrem König olayı ve Denizbank skandalları. Tüm bu olaylarla yıpranan ve gerçekte de geçici bir özellik taşıyan Bayar'ın kurduÄŸu hükümetin yerine, Saydam'ın kurduÄŸu hükümet aldı. Bayar, baÅŸbakanlıktan ayrılmakla beraber, milletvekilliÄŸini sürdürdü. Kaya ve Aras gibi, tam bir tasfiyeye tabi tutulmadı. Bayar, tek parti yönetiminin sonunu hazırlayan çok partili yaÅŸam öncesi tekrar gündeme gelecektir.
Yeni Åžafak’ın iddiası
Yeni Åžafak Gazetesi’nde yer alan haberde İnönü’nün Åžükrü Kaya ile iÅŸbirliÄŸi yaparak Atatürk’ü öldürttüÄŸü, zehirlettiÄŸi ima edilmektedir.
- Belge diye ortaya konanlar nereden alınmıştır? CumhurbaÅŸkanlığı ArÅŸivi, BaÅŸbakanlık Cumhuriyet ArÅŸivi, İçiÅŸleri Bakanlığı ArÅŸivi? İddia sahipleri bunu ortaya koymalıdır.
- Sanal ortamda nasıl belgelerin imal edildiÄŸi son yıllar Türkiye’sinin malumudur. Dolayısıyla gazetede yer alan 1938, 1959 ve 1962 yıllarına ait olduÄŸu belirtilen üç belge farklı yıllara ait olmakla beraber birbirlerine çok benzemektedir.
- EÄŸer belgeler kayboldu ise bu belgeler nereden ortaya çıkmıştır?
- Belgelerin CHP ArÅŸivi’nde yer aldığı izlenimi verilmektedir. Ancak BaÅŸbakanlık Cumhuriyet ArÅŸivi’nde yer alan belgeleri inceleyenler bilecektir ki, bu belgelerin üzerinde tarih, sayı ve kayıt numaraları bulunmaktadır. Oysa bu belgelerin kayıt altına alındığına, sayı/numara verildiÄŸine dair hiçbir bir veri bulunmamaktadır.
- Elimde bulunan 1938 yılına ait Åžükrü Kaya imzalı yazışmalara baktığımda (ÖrneÄŸin bkz. Cumhuriyet Halk Partisi Genel SekreterliÄŸinin Parti Örgütüne Genelgesi İkinci Kanun 1938’den 30 Haziran 1938 tarihine kadar, Cilt 12, Gizlidir, İşe özgü ve özeldir. Parti bürolarında kullanılacaktır, Ulus Basımevi, 1938), Kaya’nın belgelere “Dahiliye Vekili” diye deÄŸil, “Dahiliye Vekili, CHP Genel Sekreteri” diye imza attığı görülmektedir.
- Gülek’in 1959 tarihli mektubunda da “Cümhuriyet Halk Partisi Genel SekreterliÄŸi” ifadesi geçmektedir. Cümhuriyet ifadesi, 1930’lar Türkiye’sinde kullanılan bir ifadedir. 1959 gibi geç bir tarihte kullanılma ihtimali pek düÅŸüktür.
- Åžükrü Kaya’nın “TBMM Özel” antetli bir kağıtla İnönü’ye bir mektup göndermesi de çok anlamlı görülmemektedir. Bu kağıtla bir nevi dönemin bloknotu olarak milletvekillerinin not tutması için kullanılan kağıtlardır. İçiÅŸleri Bakanı ve CHP Genel Sekreteri’nin CumhurbaÅŸkanı olmasını istediÄŸi eski BaÅŸbakan’a böyle bir kağıtla ciddi bir konuda “mektup” göndermesi ne ölçüde ciddidir?
Yukarıda saydıklarım teknik açıdan imal edilmiÅŸ izlenimi verilen belgelere yönelik ÅŸüpheleri dile getirmektedir. Aslında onlara çok da gerek kalmadan rasyonel olarak ÅŸu deÄŸerlendirmeyi yapmak mümkündür:
- Atatürk döneminin İçiÅŸleri Bakanı Åžükrü Kaya (aynı zamanda CHP Genel Sekreteri) ve DışiÅŸleri Bakanı Tevfik RüÅŸtü Aras, İnönü’yü siyasal yaÅŸamdan silmek için yoÄŸun çaba harcayan insanlardı. İnönü’nün baÅŸbakanlıktan ayrılmasından sonra, O’nu tamamen siyasal yaÅŸamdan silmek için yurtdışına büyükelçi olarak göndermek istediler (Bunun geçmiÅŸte örnekleri vardı: Hamdullah Suphi Tanrıöver, Fethi Okyar, Yakup Kadri KaraosmanoÄŸlu). İnönü için uygun görülen yer de ABD idi. İnönü, bu teklifi ÅŸiddetle reddetti. EÄŸer İnönü teklifi kabul etmiÅŸ olsaydı, dönemin ulaşım imkanları nedeniyle Atatürk’ün vefatı durumunda ülkeye dönene kadar çoktan CumhurbaÅŸkanı seçilmiÅŸ olurdu. Böylece İnönü tasfiye edilecekti. Bunun üzerine seçimleri erkene alarak İnönü’nün milletvekili olmasını engelleme arayışları da oldu. Bu da gerçekleÅŸmedi. Aras-Kaya ikilisi, dönemin BaÅŸbakanı Bayar ve Genelkurmay BaÅŸkanı Fevzi Çakmak’tan da destek alamayınca planlarını gerçekleÅŸtiremediler. CumhurbaÅŸkanlığı konusunda adı geçenlerden biri de dönemin TBMM BaÅŸkanı Abdülhalik Renda idi. Tüm planlara raÄŸmen İnönü CumhurbaÅŸkanı olunca ilk iÅŸ olarak Kaya ve Aras’ı tasfiye etti. Bu Kaya’nın İnönü ile iÅŸbirliÄŸi yaparak Atatürk’ü zehirletmesi mümkün mü?
- Gelelim Kasım Gülek’e… Hıfzı OÄŸuz Bekata’ya yazıldığı belirtilen mektup, Åžubat 1959 tarihli. Gülek, 1950-1959 yılları arasında İnönü’ye raÄŸmen CHP Genel SekreterliÄŸi yaptı. İnönü, Kaya gibi Gülek’ten de hazzetmezdi. Hepsinin CHP’li olmaları, birbirlerini sevdikleri ve iÅŸbirliÄŸi yaptıkları anlamına gelmiyor. 1959 yılı İnönü-Gülek geriliminin tavan yaptığı bir dönem. İnönü, uzun yıllar çaba harcadıktan sonra Kurultay’ın seçtiÄŸi genel sekreteri Parti Meclisi’nin görevden alabilmesine Kurultay’dan onay almasının ardından çok geçmeden –geçerli bir nedene dayanarak- Gülek’i genel sekreterlikten aldı (Eylül 1959).
- Sonuç olarak İnönü ile arası açık olan Kaya’nın ve sonraki yıllarda da Gülek’in böyle bir olayın parçası olarak gösterilmesi bu iddianın en zayıf halkası olarak kendini gösteriyor.
- Yine de bir tarihçi olarak çok zayıf bir olasılık da olsa yazışmaların bir kısmının gerçek olabilmesi ihtimalini görmezden gelmek istemem. Böyle bir ihtimal bile “parti içi gevezelik”ten öteye geçmez zannımca. Bu durumda da yazışmalarının tümünü görmek gerektiÄŸini, tüm yazışmaların ne kadar gerçek olduÄŸunun tarihçilerin incelemesine açılmasını talep ederim.
- EÄŸer belgeler imal edilmiÅŸse ya da çarptırılmışsa ve bunlar iktidarla iliÅŸkisi malum olan bir gazetede yayınlanıyorsa, bu durum tek kelimeyle vahimdir. Orwell’in 1984’ündeki belge imaline benzemektedir.
- Ergenekon-Balyoz davalarına ilişkin belgelerde yapılan tahrifat ya da Kabataş olayındaki asılsız iddialar, benzer bir durumla karşı karşıya olduğumuz ihtimalinin uzak olmadığı izlenimini vermektedir.
Son olarak Yeni Åžafak’taki haber Demokrat Parti’nin baÅŸlattığı ve AKP döneminde de devam eden İnönü’yü itibarsızlaÅŸtırma çabasının bir parçası niteliÄŸi de taşımaktadır. Ayrıca seçim malzemesi ihtiyacının bir ürünü olarak görülüyor.
Sonuç olarak sosyal medyada dolaÅŸan ve bilgi kirliÄŸine yol açan, imal edilmiÅŸ belgelere karşı dikkatli olmakla fayda var. Ancak zamanın ruhu, bu ve benzeri belge kirlilikleriyle daha sık karşılaÅŸmaya devam edeceÄŸimizi gösteriyor.
Okuma listesi:
http://www.egemeclisi.com/kose-yazisi/4834/o-konusmayi-ataturk-mu-yapti.html
http://www.egemeclisi.com/kose-yazisi/4658/ataturku-inonu-mu-oldurttu.html