Türkiye’nin parlamenter geleneği Birinci ve İkinci Meşrutiyet’e dayanmakla beraber gerçek anlamda temellerinin atıldığı ve bugünkü şeklini aldığı yıllar, Milli Mücadele dönemine rastlar.  Türkler, dünyada ilk kurtuluş savaşını yürüten millet değildir ama, dünyada kurtuluş savaşını demokratik bir parlamento ile yürüten istisnai bir millet olarak övünmelidirler. Üstelik bu, yirminci yüzyılın en büyük ve tarihin en önemli bağımsızlık savaşlarından biridir. Ayrıca bağımsızlık savaşı, ulusal egemenlik savaşıyla birlikte yürümüştür. 

Birinci Meclis’in (1920-1923) kimi üyeleri hem Meclis’te hem de cephede görev yaptı. Bunlar, kırmızı-yeşil şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirildiler. Üyelerinin önemli bir bölümü cephelerde savaşan bu Gazi Meclis, Kurtuluş Savaşı’nda bütün gücü elinde toplandı. Neredeyse tüm toplumsal kesimleri temsil edebilecek bir toplumsal tabana ve geniş bir ideolojik yelpazeye sahipti. 

Gücün Meclis’te toplanmasını 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa’nın (Teşkilatı Esasiye Kanunu) ilk maddelerinde açık bir şekilde görmek mümkündür:

Madde 1- Hakimiyet bilâ kaydu şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.

Madde 2- İcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi'nde tecelli ve temerküz eder.

Madde 3- Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” unvanını taşır. 

Bu Meclis, Eskişehir-Kütahya Savaşı yenilgiyle sonuçlandıktan sonra (1921 yaz ayları) bile Mustafa Kemal’e Meclis’in yetkilerini, Başkomutanlığı vermekte çok da istekli olmamıştı. Yetkiyi sadece 3 aylığına vermişti. Hem de Ankara’nın işgal tehlikesi altında olduğu bir dönemde… Milletvekillerinin korkusu yeni bir Enver yaratılacağı endişesiydi… Bununla birlikte Meclis’te başkomutanlık görüşmeleri yapılırken bir milletvekili, “Papulas başımızda çorba pişireceğine Paşa Hazretlerinin ayağı altında kalmaya razıyım… Bu Meclis'e rehber olan ve toplayan kendileridir… kuvveti bizzat Meclis'ten almıştır… Meclis kendi reisini kumandan yapıyor” demişti. Ancak yine de Meclis yetkilerini savaş döneminde bile Mustafa Kemal’e sadece 3’er aylık dilimler halinde uzatarak verdi. Son uzatma da Büyük Taarruz öncesinde yapılmıştı. 

O dönemde bile gücünü paylaşmayan bir Meclis bugün giderek sembolikleşme tehlikesiyle karşı karşıya… O Gazi Meclis’in, yasama organı olmaktan çıkıp sembolik bir organa, bir danışma meclisine dönüşmesine izin vermemesi gerekir. 

Aynı Meclis, sonraki dönemde de yetkisi paylaşmamakta direnmiştir. Bunun en tipik örneği 1924 Anayasa görüşmeleri sırasında Mustafa Kemal’e, yani cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisini vermemesidir. Mustafa Kemal’in bu yetkiyi isteme talebinden vazgeçmemesidir. O dönemde cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermeyen Meclis, bugün de cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermemelidir.

Atatürk dönemi anayasalarına dönüldüğü iddiası ise her şeyden önce trajikomiktir. 

2010 yılında anayasa değişikliği görüşmeleri yapılırken TBMM’de anayasa değişikliği paketinde fire verilmişti. Fire konusu siyasi partilerin kapatılmasıydı. Benzer bir fire bu dönem de olabilir umudundayım. Örneğin cumhurbaşkanının Meclisi feshetme yetkisiyle birlikte Meclis dışından bakan atanması maddeleri kabul edilmese, anayasa değişikliği kadük kalabilir. Bunun sonucu paketin geri çekilmesi olabilir. Ancak akabinde Meclis seçimlerinin yenilenmesi tehlikesi milletvekillerinin üzerinde olacaktır. 

1982 Anayasası’nın halk oylamasına sunulduğu dönemin antidemokratik koşullarını bugün tekrar yaşıyoruz. Anayasa değişikliğine muhalefet etme imkanı kısıtlanıyor. Üstelik tüm bunlar OHAL koşullarında yapılıyor. Anayasa değişikliğine itirazın baskı altına alınması, gelecek değişikliğin neler getireceğinin habercisi niteliğindedir. Ayrıca anayasa değişikliği oylamasında gizlilik esası kurallarının ihlal edilmesi de ciddi bir sorundur. 

Tüm olumsuz koşullara rağmen Gazi Meclis’in tarihine sahip çıkarak, gücünü kimseyle paylaşmaması ihtimali umudumuzdur. 

Kurtuluş Savaşı’nın en büyük dayanağı TBMM idi. Nitekim Mustafa Kemal, “Önce Meclis, sonra ordu!” demişti. İktidar mensupları ikinci kurtuluş savaşının yürütüldüğü iddiasındalar. Madem öyle, savaşı Meclis’le yürütün, gücü şahsa vererek değil…