Bu yazı; “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.”,”Ölmeden önce ölün”,Yani birden bire uyanmak için çeşitli mabedlere koşan kardeşlerim için kaleme alınmıştır.

Bu nedenle, bu yazıda;

İnsan Nedir? Uykudan uyanmak ne demektir? Günümüz şartlarında uyanmak nasıl olacaktır? Türü sorulara cevap bulacağınızı umuyorum.

İnsan anlaşılması zor bir varlıktır. İnsanın kökeni veya nereden geldiği konusu geçmişin olduğu gibi günümüzün de en güncel konularından biridir. Çağlardan bu yana insanlar bu sorular üzerine eğilmiş ve bu konuda birçok görüş ve tez ileri sürmüştür. İnsanın mahiyeti hakkında günümüzde bile yeterli bir fikir birliği sağlanamamakla birlikte, bilim insanlarının son zamanlarda insan üzerinde yaptıkları çalışmalar yeni ufuklar açmaktadır. Özellikle insan beyni üzerinde yapılan çalışmalarla elde edilen bilgiler yeni bir çağı başlatacak niteliktedir. İnsanların kendilerini tanıdıkça, diğer insanlarla ilişkilerinin daha seviyeli bir gelişim göstermesi, insanların sevgi, saygı, hoşgörü, barış, huzur ve mutluluk içinde yaşayacakları güzel günlerin yaklaştığı kanaatini uyandırmaktadır.

-İnsanın kendini tanıması, bilmesi nasıl olacaktır?

-Eskiden insana nasıl bakılırdı?

-Bilge insanlar insanı nasıl tanımlamış?

-Bilim insanlarının insanı tanımlaması nasıl olmuş?

-Din adamları insana nasıl bakmış?

-Tevrat, İncil ve Kur’an insanı nasıl anlatmış?

-İnsanlar Tevrat, İncil ve Kur’an’ı nasıl anlamış?

-İnsanlar Tevrat, İncil ve Kur’an’ı gerçekten anlayabilmiş mi?

-Tevrat, İncil ve Kur’an’ı anlayanlarda nasıl değişimler olmuş?

-Tevrat, İncil ve Kur’an’ı anlamayanlar nasıl bir hayat yaşamış? Benzer yüzlerce soru sorulabilir. Cevaplar da yine yüzlerce, binlerce cildi dolduracak şekilde açıklanabilir.

-Peki, insanların günümüzdeki hali nedir?

-İnsanlar mutlu mudur?

-Huzurlu mudur?

-Geleceğe nasıl bakar?

-Endişe ve kaygı ile mi hayatlarını sürdürür, yoksa geleceğe umutla mı bakar?

Bu sorulara verilecek cevaplar da aşağı yukarı bellidir.

Bin ikiyüzlü yıllarda “Düne ait ne varsa dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” diyen Hz. Mevlana’nın sözlerini yeniden ve şiddetle hatırlamak gerekiyor.

İsterseniz bildiklerimizden yola çıkarak bunu birlikte yapmaya çalışalım.

İnsan düşünen bir varlıktır.

Düşünebilmek için beyne gereksinim vardır.

Beynin yaşamını sürdürebilmesi içinse bir bedene ihtiyacı vardır.

Herkesin bir vücudu, bir bedeni vardır.

Bedenimizin varlığını sürdürebilmesi için dünyaya gereksinimi vardır.

Dünyamızın varlığını sürdürebilmesi için güneşe ve evrene gereksinimi vardır.

 Özetle insanın varlığını sürdürebilmesi için dünyaya ve evrene gereksinimi      vardır. Dünya ve evren olmazsa biz hayatımızı sürdüremeyiz.

Bu durumda, nereye bakarsak bakalım varlığımızı sürdürebilmemiz için gerekli şeye yani varlığa bakmakta olduğumuzu hemen fark ederiz.

Gözümüzle gördüğümüz her şey yani varlık, bizim için vardır ve bize aittir.

-Peki, biz kimiz?

-Biz neyiz?

Dekart “ Düşünüyorum; o halde varım.” demiş.

Hz. Mevlana “İnsan sadece düşünceden ibarettir, gerisi et ve kemiktir.” demiş.

Dekart, varlığını düşünebilmesine bağlamış.

Hz. Mevlana ise insanı sadece bir “düşünce” olarak tanımlamış.

Bugün kuantum fiziğini benimseyen bilim insanları, insanı bir “ bilinç” olarak tanımlıyor.

-Peki, biz düşünemediğimiz zaman veya bilincimizi kaybettiğimizde yok mu oluyoruz?

-Uykuda iken; rüya görürken; rüyada bir şeyler yaparken var mıyız? Yok muyuz?

-Komada iken var mıyız? Yok muyuz?

-Varlık ile yokluk arasındaki sınır nerededir?

-Önceden var mıydık? Yok muyduk?

-Şimdi var mıyız? Yok muyuz?

-Gelecekte var mı olacağız? Yoksa yok mu olacağız?

-Var olmak nedir? Yok olmak nedir?

Bu sorulara cevap verebilmek için bildiklerimize birlikte şöyle bir göz atalım.

Biz dünyaya gelmeden önce anne karnındaydık.

-Peki, oraya nereden geldik?

-Zigottan

-Zigot nasıl oluştu?

-Anneden gelen “ovum” ve babadan gelen “sperm”den.

-Anne ve baba nasıl oluştu?

-Onlar da zigottan.

Bu sorular ve cevaplar ta ilk yaratılışa kadar gider.

Bilim insanları yaratılışın 13.7 yıl milyar önce büyük patlama yani Big Bang ile başladığını ileri sürüyorlar.

Sonra güneş ve yıldızlar(ateş,hidrojen,helyum,…),sonra dünya (ateş,hidrojen,helyum,oksijen,su,toprak…),sonra tek hücreli canlı,sonra  çok hücreli canlılar,sonra bitkiler,sonra hayvanlar,sonra ilk insan,sonra diğer insanlar ve biz…..

-Peki, bundan sonra ne olacak?

-Biz ne olacağız?

-Dünya ne olacak?

-Evren ne olacak?

Böyle sorular bilim insanlarının, bilge kişilerin ve din adına konuşan kişilerin aklını hep meşgul etmektedir.

Bu sorular bilim insanlarının cevap vermekte zorlandıkları sorular…

Yani bildiklerimiz bizi bir noktaya kadar getiriyor ve orada bırakıyor.

Sözlerin bittiği yerde olduğumuzu hissediyoruz.

Önemli olan buraya kadar gelebilmekti ve geldik.

Şimdiye kadar uykuda idik; ama kendimizi uyanık zannediyorduk.

Eskiden bildiklerimiz, yeni bilgiler sayesinde önemini yitiriyor. Şu anki bilgilerimiz de yarın önemini kaybedecek.

Bilgilerin önce, önemli ve anlamlı; sonra da önemsiz ve anlamsız olduğu bir bilgi denizinde yüzüyoruz.

Bilim insanları, bugünlerde bir santimetreküp boşluktaki enerjinin açığa çıkarılabilmesi durumunda bütün okyanusların bir anda buharlaşabileceğini dile getiriyorlar.

Yani özet olarak söylemek gerekirse ‘’Biz, bilgi ve enerji okyanusunda yüzmekteyiz.”

Belki de “Biz enerji ve bilgi okyanusunun kendisiyiz.’’

Son zamanlarda çok büyük bilgi ve enerji patlamalarına tanık oluyoruz.

Bugün ulaştığımız bilgiler, daha önceki bilgilerimizi allak bullak etmektedir.

Bu nedenle, bugüne kadar öğrendiğimiz tüm bilgileri ve yaşadığımız hayatı yeniden değerlendirmemiz gerekmektedir.

Ve…

Yeni şeyler söylemek lazım!

Bu nedenle eski bilgilerimizi de göz önüne alarak, geleceğimizin inşasında yeni fikirlerin, görüşlerin ve bakış açılarının oluşması amacıyla bu yazıyı hazırlama girişiminde bulundum. 

İnsan sadece bir noktadır. Her şey bir noktadan oluşmuştur. ‘’Şey” kelimesi somut ve soyut yani bilinen ve bilinmeyen tüm varlıkları ifade eder. Nokta kendi içinde sonsuzluğu barındırır. Noktadan harfler, harflerden kelimeler, kelimelerden cümleler, cümlelerden paragraflar, paragraflardan bölümler, bölümlerden kitaplar, kitaplardan kütüphaneler oluşur. Kütüphanelerdeyse bilinen tüm bilgiler yer alır. Dolayısıyla bilinen tüm bilgiler noktanın açılımıyla ortaya çıkmıştır. Yani noktaların belirli bir şekilde özenle diziliminden oluşmuştur. Bu dizilim de bilinçli bir varlık yani insan tarafından yapılmıştır. İnsan olmasaydı bu kadar bilgi açığa çıkmazdı.

Nokta ve noktadan oluşan harfler ve kelimeler birer semboldür. Somut ve soyut olan bilgiler sembollerle ifade edilir. Kafanızı kaldırıp gözlerinizi şöyle doğuya, batıya, kuzeye, güneye, tabana ve tavana gezdirip bir bakın;  ne kadar çok sembol göreceksiniz. Bilginin esas kaynağı insanın kendisidir.

Peki, insan bu bilgilere nasıl sahip olmuştur?

Bu soruya cevap vermek için kendimize dönüp bakmamız gerekir. Kendimizi bilinçli olarak algıladığımız süreç üç, dört yaşlarında başlar. Daha öncesi hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Bilgilerimiz, çevremizdeki görüntülerden, seslerden veya varlıklardan yani öncelikle anne, baba, ev halkı, öğretmen gibi insanlardan edindiğimiz bilgilerdir.                                                                        İçinde yaşadığımız boyut, yani dünya hayatı, ne kadar gerçektir?                              Bu boyutta edindiğimiz tüm bilgilere nasıl güvenebiliriz?

Bilim alanında elde edilen her yeni bilgi önceki bilgilerimizi sarsmaktadır.  Önceki bilgilerimize ne kadar güvenebiliriz?                                                               Şimdiki bilgilerimize ne kadar güvenebiliriz?                                                                 Bundan sonra edineceğimiz bilgilere ne kadar güvenebiliriz?

Bu durumda yine de bir yerlere tutunmak zorunda kalıyoruz. Çünkü her şey bir kabulle başlar. Bazı bilgileri temel olarak kabul etmek zorundayız. Yoksa hiçbir şeyin anlamı kalmaz. Her şeye anlam kazandıran bizim kabullerimizdir. İnsanların bilgileri, görgüleri ve edinimleri farklı olduğu için kabullerde de farklılıklar olması doğaldır. Bu nedenle ortak kabullere sahip olan kişiler belirli konularda anlaşma sağlayabilmektedir. Ortak kabullere sahip olmayan kişilerde ise ciddi anlaşmazlıklar olması kaçınılmazdır. Tüm konularda ortak kabullere sahip kişilerin olması ise pek mümkün değildir. Bu durum çok geniş bir yelpazenin oluşmasına neden olur.

Kişilerin kabullerinin farklı olmasının yanı sıra zaman içerisinde birtakım olaylar da bu kabullerin değişmesine neden olmaktadır. Bu kadar farklılığın söz konusu olduğu yerde nasıl birlik, birliktelilik, barış, mutluluk ve huzur sağlanabilecektir? Kabullendiğimiz temel bilgiler ne kadar fazlaysa ve ne kadar kendi içinde tutarlı ise o kadar birlik, beraberlik ve bütünlük sağlanabilecektir.

 Eskiden iletişim ve ulaşımın çok sınırlı olması nedeniyle küçük gruplar, topluluklar veya devletler kendi bütünlüklerini sağlamak için ortak bir kültür oluşturmuşlardır. Belirli bir otoritenin etkisiyle ortak kültürün oluşması kolaylıkla sağlanabilmiştir. Ortak kültür oluşturmayan topluluklar veya devletler daha güçlü otoritelere teslim olmuşlardır.

 Günümüzde iletişim, bilişim ve ulaşım olanaklarının artmış olması birçok farklı kültürü bir araya getirmekte ve beraberinde birçok sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Bilinen güçlü devletlerin kendi düşüncelerini ve fikirlerini diğer devletlere kabul ettirmek için büyük bir çaba içinde oldukları bir gerçektir. Şu anda büyük bir askeri güce sahip olan devletlerin kendi yargılarını diğer topluluklara ve devletlere kabul ettirme çabaları belli bir süre daha devam edecek gibi gözükmektedir.

 Ancak, esas gücün bilgi olduğu, bilginin kaynağının da insanların kendi özünde bulunduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Sorunların çözümü yine insanın kendisindedir. İnsanı iyi tanımayan, insanın özünde ne kadar büyük bir potansiyelin gizli olduğunu keşfedemeyenler için sorular gittikçe büyüyecek ve kendini bilmeyen insanlar kendi kendilerini yok edeceklerdir. Sonunda, kendini yani özünü bilen insanlar, yaşamlarını mutlu bir şekilde sonsuza kadar sürdüreceklerdir.

Kendini bilen insanların kabulleri ve değer yargıları, tüm insanlığın mutluluğunu ve huzurunu dikkate alacağı için bencilce tutum ve davranışlar sergilenmeyecek, insanlar dışlanmayacak ve ötekileştirilmeyecektir. Kendini bilen insanlar, diğer insanları çok kolaylıkla kabullenecek, olumsuz tavır ve davranış içinde bulunanların kendilerini bilemedikleri, kendilerine gelemedikleri için bu duruma düştüklerini fark ederek onlara daha şefkatli ve daha anlayışlı olacaklardır. Bütün olup bitenlerden kendisinin sorumlu olduğunun bilincine ulaşarak kendisi ve toplum için gerekli tüm çabayı gösterecektir. Kendini bilen insanların sayılarının, niteliklerinin ve etkinliklerinin artması sorunların çok kolay bir şekilde çözümlenmesini sağlayacaktır.

Nokta, Arabik sayı sisteminde ‘sıfır’ hükmündedir; ancak önüne bir rakam geldiğinde anlam kazanır. İnsan da öz itibariyle “Yok” gibidir. Fakat “Bir” o öz den ortaya çıkar. O öz’ün anlam kazanabilmesi için mutlaka “Bir” sayısına gereksinimi vardır. Bir’in varlığı öz’ün varlığına bağlıdır. Bu nedenle gerçekte var olan “yok” diye ifade edilendir. Görülen, sadece görünmeyenin, bilinmeyenin,   bilinmesi için oluşur. Bu nedenle gerçek insan, görünen değil görünmeyendir. Her görünen şeyin görünmüş olması onun var olduğuna işaret etmez. Görünmeyen şeyin de yok olduğu söylenemez. Bu gerçeği bilmeyenlerin, hayal peşinde koştukları ileri sürülebilir. Gerçek olan bir varlığın hayal peşinde koşması ne kadar acıdır.

Bunun için: kendini bilen; içinde bulunduğu toplumda birlikteliği ve farkındalığı en üst düzeyde yaşayan; sorumluluklarını akılcı, insancıl, demokratik ve uzlaşmacı bir yaklaşımla en güzel şekilde yerine getirebilen; kendine güvenen; yaşama mutluluğunu içinde bulan ve bu özelliklerini diğer insanlara da yansıtabilen; dünyada olup biten her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunun farkında olan; toplumda huzursuzluk çıkarmaya çalışan kişi ve topluluklardan hiç etkilenmeden, evrensel prensipler çerçevesinde özgürce düşünebilen; düşüncelerini medeni ölçüler içerisinde diğer kişi ve topluluklarla paylaşabilen; gerektiğinde toplumun çıkarları için kendi çıkarlarını ikinci plana atabilme cesaretini ve fedakarlığını gösterebilen samimi ve dürüst bireylerin yetiştirilmesi gerekmektedir.

Bencil, dinci ve kindar bireyler yetiştirme amaç ve gayretinde olanlara ne yazık!

 

Işık ve sevgiyle kalın!