Cumhuriyetin kurucu kadrosu, İkinci Meşrutiyet döneminin genç subaylarıydı, genç aydınlarıydı. Trablusgarp, Birinci ve İkinci Balkan ile Birinci Dünya Savaşlarından geçerek, imparatorluğun dağıldığını görerek ve cephelerde/savaş meydanlarında olgunlaşarak Kurtuluş Savaşı’nın lider kadrosu oldular.

Atatürk 1881, Rauf Orbay 1881, Refet Bele 1881, Ali Fuat Cebesoy 1882 ve Kazım Karabekir 1882 doğumluydu. Onlardan yaşça biraz büyük olan Fevzi Çakmak 1876 ve yine onlardan yaşça biraz küçük olan İsmet İnönü 1884 doğumluydu. Çakmak’ın dışındakiler Kurtuluş Savaşı başladığında daha 40 yaşında bile değildiler. Ancak onlar, savaş meydanlarında piştiler, rütbelerini cephelerde kazandılar. Falih Rıfkı’nın Zeytindağı’nda söz ettiği “Allah’ın Muhammed’i bile anlatamadığı cehennemi” imparatorluk dağılırken yaşadılar.

Balkanların kaybının ardından elde kalan son toprak parçası olan Anadolu’nun kaybının da gerçekleşeceği Mondros’un arkasından gerçekleşen işgallerle anlaşılınca söz konusu isimler Anadolu’nun yolunu tuttu. Yerel bazda yakılan çoban ateşlerini Kurtuluş Savaşı’na dönüştürdüler. Savaş yorgunu bir halkı millet ve kaybedilecek toprakları da vatankıldılar.

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini... (Namık Kemal)

Sorusuna,

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini (Atatürk)

Yanıtını verdiler.

Vatanın kurtuluşu ile ilgili olarak hemfikirdiler. Aralarındaki fikir ayrılığı ülkenin kurtuluşu ile ilgili değildi. Anlaşmazlıkları kurtuluştan sonra ülkeyi kimin yöneteceği ve rejimin ne olacağı üzerineydi. Bir bölümü muhafazakar eğilimler taşıyan birer Osmanlı reformcusuydu. Dolayısıyla Atatürk’ün yapmak istedikleri, kurmak istediği laik cumhuriyet onlar için ürkütücüydü. O nedenle de İnönü ve Çakmak hariç diğerleri, Atatürk’ün karşısına, muhalefet saflarına geçti. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası içerisinde yer aldılar. Ardından da 1926’da siyasal yaşamın dışına çıkarıldılar.

Gerçekleşen tasfiye kanlı bir tasfiye olmadı. Pek çok devrimde geçerli olan “İhtilal Satürn gibidir, kendi çocuklarını yer” cümlesi Türk Devrimi için geçerli olmadı. Roma’da Satürn, Antik Yunan’da Kronos denilen Tanrı’nın kendi çocuklarını yemesine gönderme yapan bu deyiş, Fransız Devrimi için de geçerliydi, Sovyet Devrimi için de… Fransız Devrimi’nin terör döneminde (1792-1795) yaptığı tasfiye (Danton’danRobespierre’e…) ile Sovyet Devrimi’nin Lenin sonrasında yaptığı tasfiye (Stalin-Troçki çatışması ve ardından yaşananlar…) bu bağlamda örnek olarak gösterilebilir.

Oysa Türkiye’de 1926’da tasfiye edilenler, devrimin büyük ölçüde gerçekleşmesinden sonra kademeli olarak tekrar siyasal yaşama döndüler. 1926 tasfiyesi geçici bir tasfiye idi. Devrimin büyük ölçüde başarılmasının ardından Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesine girişildi. Bu deneme devrimin yerleşip yerleşmediğini test etmek açısından da önemliydi. Devrimin yerleşmesinin ardından normal koşullara dönülmek isteniyordu. Nitekim bu bağlamda 1931 sonrasında önce Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele siyasete döndüler. Atatürk tarafından milletvekili yapıldılar. Atatürk’ün vefatından çok kısa bir süre önce ülkeye Kurtuluş Savaşı’nda ihanet eden 150’likler bile affedildi. Elbette ki bunlardan milletvekili yapılan olmadı. Atatürk’ün vefatının ardından kademeli olarak sürdürülen muhaliflerle barışma politikasını İnönü de sürdürdü. Karabekir ve Orbay da İnönü tarafından milletvekili yapıldı. İkinci Dünya Savaşı başlarken -vefat eden Atatürk hariç-bu kadronun hepsi ülke yönetimindeydi. Çakmak, Genelkurmay Başkanı idi. İnönü’nün muhaliflerde barışma politikası kurucu babalarla da sınırlı kalmadı. Onları Cemal Mersinli, Faik Ahmet Barutçu gibi isimler izledi.

Kurucu kadronun sağladığı iç barış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkarılan dersler, Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak tuttu ve yine İnönü’nün öncülüğünde çok partili yaşama geçmeyi sağladı. O nedenledir ki Türkiye’deki tek parti yönetimi istisnai bir örnek olarak kendi isteğiyle ve demokratik bir seçimle iktidarı muhalefet partisine devredebildi. Böylece de son devrim, Demokrasi Devrimi de gerçekleştirilmiş oldu.

Kurucu kadro içerisinde en çok yazan isimlerin başında Karabekir gelmektedir. Günümüzde Cumhuriyetin ilk yıllarında lider kadro arasındaki çatışmaya sıklıkla göndermede bulunulmaktadır. Ancak söz konusu kadronun kansız ve geçici olarak tasfiye edildiği, sonradan tekrar siyasal yaşama döndüğü ıskalanmaktadır. Karabekir’in vefat ettiği Ocak 1948’de CHP milletvekili ve TBMM başkanı olduğu unutulmamalıdır.

Bugün de ihtiyaç duyduğumuz şey, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ruhudur.