Tanzimat’a kadar Osmanlı toplumu için genel anlamda kullanılan deyim reayadır. Tanzimat’la beraber bu ahaliye dönüştü. İkinci Meşrutiyet’te ise halk oldu. Cumhuriyetle birlikte ulus aşamasına geçildi. 

Reaya kelimesi, raiyye/raiyyet kelimesinin çoğulu olup sözlük anlamı olarak“sığır, koyun sürüsü” anlamına gelmektedir. İslâm dünyasında yönetici sınıf dışındaki vergi mükellefi halkı ifade eden bir terimdir. Osmanlı’da ise reaya terimi,genel olarak seyfiye, kalemiye ve ilmiyeden oluşan yönetici sınıf dışındaki bütün halkı kapsamaktaydı. II. Mahmut’un ve ardından Tanzimat Fermanı’nın getirdiği değişikliklerle birlikte reaya tabirinin kullanımı sona erdi. 

Tanzimat, kelime kökeni olarak idari işlerin yeniden düzenlenmesi için yapılan işlerin tümü anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bozulan bir düzen vardı ve yeniden bir yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktaydı. Tanzimat döneminde açılan Batı tarzında okullarda yetişen yeni nesil, “Bu devlet nasıl kurtulur?” sorusuna yanıt aramaya başladı. Birinci Meşrutiyet’in ilanı, yani Meşruti Demokrasi deneyimi bu arayışın bir sonucudur. İkili bir Meclis’in olduğu, Ayan Meclisi’nin atamayla Mebusan Meclisi’nin seçimle geldiği bu parlamenter demokrasi deneyimi ile devletin dağılmasının önüne geçileceğine inanılıyordu. Bu bağlamda da 1876 Anayasasında bütün tebaa, “Osmanlı” olarak tanımlandı. Hanedanın adı, tebaanın adı oldu: 

Bu süreç padişah-halifenin mülkünün vatana, tebaanın millete dönüşmesi süreciydi. Ancak, tebaadan birçok millet çıktı. En son çıkan da Türk milletiydi. 1924 Anayasası da Türk milletini tanımlamaktadır:

Madde 88- Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir.

Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelipte memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türktür.

Türklük sıfatının kaybı kanunda yazılı hallerde olur.

1924 Anayasasındaki tanım, milleti oluşturan unsunlar arasında din ve ırkı reddetmektedir; vatandaşlık bağı ile ülkeye bağlı herkesi Türk kabul etmektedir. Üstelik 1924 anayasa tartışmaları sırasında Türk yerine Türkiyeli demek de önerilmiş, ancak kabul edilmemişti. Anayasa’da yapılan Türk tanımı birleştirici bir üst kimlik tanımıdır. Bir etnisite içermemektedir. Sonraki yıllarda Atatürk’ün yaptığı tanımlamalar da bu yöndedir. Bu aralar gündemde olan Nutuk kadar önemli olan bir başka eser de aslında Medeni Bilgiler’dir (1931). Burada Atatürk’ün yaptığı millet tanımı incelenmelidir. Yine Atatürk’ün yaptığı üç tanımı belirtmek isterim:

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” (1925).

“Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirlerine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasi ve sosyal bir toplumdur” (1930).

“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın (burada milletin anlamında!) evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır” (1932).

Bugün gelinen noktada Cumhuriyetin kurucu kadrosunun birleştirici, kapsayıcı ve özümleyici/entegre edici milliyetçilik anlayışının gerisine düşmemek gerekir. Birleştirici üst kimliğin ulusal bir üst kimlik olması gerekir. Bu kimlik Türk üst kimliğidir. Bunun yerine dinsel bir kimlik inşa etmeye çabalamak Türkiye’yi geriye götürmek ve içinden çıkılmaz sorunlar ortamına sürüklemek olacaktır. Çözüm seküler/laik bir ulus-devlet yapısı ve demokratik bir refah toplumdur.

 

Kaynakça:

Afet, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, I. Kitap, Devlet Matbaası, İstanbul, 1931.

https://anayasa.tbmm.gov.tr/docs/1876/1876ilkmetinler/1876-ilkhal-turkce.pdf

https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa24.htm

 

http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=340490