Kaos, genel olarak hakkında olumsuz fikirlere sahip olduğumuz bir kavram. Haksız da sayılmayız hani. Modern Avrupa’nın kaotik feodal Ortaçağ Avrupası’ndan doğduğunu söyleyebiliriz. Merkezi yönetimin olmadığı, toplumsal yapıların rahatlıkla gelişebildiği, kentlerin, burjuvazinin yükselebildiği bu dönem, Avrupa açısından olumlu oldu. Ancak aynı şeyi Ortadoğu için söylemek zor görünüyor. Kaotik ortaçağ Avrupa’sı, modern Avrupa’yı doğurabilirken, günümüzde kendi ortaçağını yaşayan Ortadoğu’nun kaotik yapısından olumlu bir şeyin çıkmasını beklemek olası değil gibi…

Geçmişte yöneticilerin kaotik bir ortamı kasıtlı olarak yarattıkları da görülür. Benim de yazılarımda sıklıkla değindiğim bir konu: Kontrollü kaos… Geçmişten bazı örnekler vereyim:

1920’lerin sonunda Haile Selassie, neredeyse Etiyopya’nın en güçlü adamı haline gelmişti. İmparatoriçe’nin vekili ve tahtın varisiydi. Önündeki en büyük engel İmparatoriçe Zauditu ve kocası Ras Gugsa idi. Kraliyet çifti, Selassie’den nefret ediyor ve ondan kurtulmak istiyordu. Selassie de bunun farkındaydı. Onların planlarını bozmak için Gugsa’yı kuzey eyaletlerinden Begemeder’e vali yaptı; böylece başkentten ve imparatoriçenin yanından uzaklaştırdı. Yeni görevinde Gugsa, herhangi bir tepki vermiyordu; sadık idareciyi oynuyordu. Selassie, onların hazırlık yaptığından emindi. Hazırlıklarını tamamlamadan ortaya çıkmalarını istiyordu. Bu nedenle harekete geçti.  

Gugsa’dan bir ordu hazırlayarak ayaklanmış olan Kuzey kabilesi Azebu Gallas’ın (Selassie ayaklanmanın büyümesine göz yummuştu) üzerine yürümesini istedi. Gugsa bunu kabul etti; fakat, çok kızmıştı. Orduyu hazırladı. Ancak, söz konusu kabileye değil, Selassie’nin üzerine, başkente saldırdı. Bu arada Selassie, hem kilisenin desteğini sağlamıştı, hem de Gugsa’nın bazı müttefiklerini yanına çekmişti. Gücü zayıflayan Gugsa çarpışmada öldü. Birkaç gün sonra da imparatoriçe aynı kaderi paylaştı.

Selassie, düşmanını kızdırarak, erken isyan etmesini sağladı. İsyanın da amacına ulaşmaması için gereken hazırlığı da yaptı. Böylece, son iki düşmanından da kurtuldu (Gugsa ve İmparatoriçe).

Kural şudur: “Sular durgunken düşman, kendisinin başlatıp kontrol edebileceği eylemi planlayacak zaman ve yere sahiptir. Bu nedenle suları karıştırıp dalgalandırın, balıkların yüzeye çıkmasını sağlayın, onları hazır olmadan harekete geçmeye zorlayın, inisiyatifi ellerinden alın” .

Kaotik ortamlar bazen Hitler gibilerini de iktidara taşıyabilir:

19. yüzyılın ikinci yarısında geç bir şekilde siyasal birliğini sağlayan, demir-çelik ve kimya sanayine dayanarak hızla sanayileşen Almanya’nın kontrollü genişleme politikası Bismark’ın iktidardan ayrılmasından sonra değişti. Parlamenter bir geleneği olmayan, mutlak monarşi ile yönetilen Almanya, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıktı. Yenilgi, Alman halkını derinden sarstı. Üstelik arkasından kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin siyasal ve ekonomik istikrarı sağlayamaması, toplumsal olayların ve sorunların önüne geçememesi yaşanan sorunu daha da tırmandı. Son olarak 1929 ekonomik krizi, tüm dünyayı sarstığı gibi Almanya’yı da sarstı. Hitler, Alman halkını yenilginin yarattığı travmadan kurtarmayı, eski şanlı günlere geri dönmeyi vaat etti. Revizyonist bir politikayla Alman halkının yaşadığı aşağılanmayı ortadan kaldırma hedefini ortaya koydu. Dolayısıyla yaşanan kaotik ortamdan Alman halkı Hitler’i iktidara getirerek kurtulmayı denedi. Ancak izlenen irredentist politikalar Almanya’nın yanı sıra başta Avrupa olmak üzere tüm dünya için büyük bir felakette sonuçlandı.

Bazen de kaos yaratanlar kaosu yönetemezler:

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı İngiltere gibi çağının en büyük emperyalist gücüyle safça bir işbirliğine girmek Arapların en büyük hatası oldu. Şerif Hüseyin, Almanya ile müttefik olan Osmanlı Devleti’ni eleştirmek için bir Arap şiirinden aldığı “Hele toz duman dağılsın, ata mı bindin eşeğe mi anlarsın” dizesini oğlu Abdullah’ın yanında okumuştu. Almanya’nın yanında İngiltere’ye karşı savaşa girmesinin Osmanlı Devleti’nin umduğu gibi olmayacağına vurgu yapmak istemişti. Ancak, kısa bir süre sonra aynı dizede söylenenlerin, kendisi için geçerli olduğunu aklına getirmemiş olsa gerektir. İngiltere vaat ettiği birleşik Arap krallığını kurmadığı gibi, Arabistan yarımadasında iktidarı Suud ailesine kaptırdılar.

Türkiye’de on yıllardır siyasal krizden ve bunun doğuracağı ekonomik krizden korkulmaktadır. Coğrafi şartlar da göz önüne alındığında korku daha da artmaktadır. Nitekim günümüzde Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler bunu doğrular niteliktedir. Büyük devletlerin Ortadoğu’daki zayıf ya da kağıttan denebilecek devlet yapılarını parçalayarak bölgeyi yeniden dizayn etme politikası, kontrollü kaos politikasının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Bölgede gerçek anlamda devlet geleneğine sahip iki devletin olduğu söylenebilir: Türkiye ve İran… Bu iki devletin dışında Ortadoğu coğrafyasındaki devletler –İsrail’i dışında tutarsak- büyük ölçüde köksüzdür, otoriter/totaliter tek adam yönetimleridir. Devletlerin bu yapıları onları daha kırılgan ve dış müdahaleye daha açık hale getirmektedir. Nitekim önce Irak ve ardından Suriye’de yaşananlar bunu doğrular niteliktedir. Örneğin Suriye’de bugün IŞİD’in karıştırıcı/parçalayıcı, PKK/PYD’nin yeniden düzenleyici/dizayn edici enstrüman olarak kullanıldığı dikkat çekmektedir. 

Oluşacak kaotik ortamdan korkmak yerine Türk siyaset adamlarının kaos yönetmeyi öğrenmesi ve bunu ülke lehine değerlendirmesi daha doğru olacaktır. Kaos, doğru okunduğu takdirde şanssızlık değil, şans olabilir. Kaos’tan korkmak değil, onu yönetmeyi bilmek gerekir. Ancak yine de kaosun olmadığı, huzurlu ve dingin bir Türkiye, Ortadoğu ve dünya diliyorum.

 

Robert Greene-Joost Elffers, İktidar, Güç Sahibi Olmanın 48 Yasası, (Türkçesi: Zeliha İyidoğan Babayiğit), Altın Kitaplar Yay., İstanbul, 2000.