Ak Parti’nin 21 Mayıs 2017 tarihinde yapılan Olağanüstü Büyük Kongresi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaklaşık 3 yıllık bir aradan sonra yeniden Genel Başkan seçildi. Cumhurbaşkanının parti genel başkanı olması meselesi, Tek Parti Dönemi’ne ait istisnai bir uygulama olarak tarihteki yerini almıştı. Yine o döneme ait istisnai bir uygulama olan Genel Başkan Vekilliği kurumu da Ak Parti büyük kongresinde yeniden ihdas edildi.  

 

Genel Başkan Vekilliği, Tek Parti dönemine özgü bir görevdi. Sadece Atatürk ve İnönü dönemlerinde uygulandı (1923-1950). CHP Genel Başkanı Atatürk’ün 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine, Atatürk, Başbakan İsmet İnönü’yü Genel Başkan Vekili olarak atadı. Tek Parti dönemi boyunca Başbakan’lar, Genel Başkan Vekili olarak görevlendirildi. Bunun bir istisnası vardı. Kasım 1924-Mart 1925 tarihi arasında Fethi Okyar İsmet İnönü’nün yerine Başbakan olmasına rağmen, Genel Başkan Vekilliği İnönü’den alınıp Okyar’a verilmedi. Bunun nedeni, muhtemelen Okyar’ın başbakanlığının geçici olarak düşünülmüş olmasıdır. Gerçekten de yaklaşık 3,5 aylık Okyar Hükümeti’nin yerini, Mart 1925 tarihinde yeniden İnönü Hükümeti aldı. 1946 yılında çok partili yaşama geçildikten sonra, Başbakan ve CHP Genel Başkan Vekili’nin aynı kişi olmasından vazgeçildi. Genel Başkan Vekilliği ayrı bir kişiye verildi. Bunun nedeni, yoğun siyasal mücadele ortamında Başbakan’ın iki görevi bir arada yürütemeyeceğinin düşünülmesidir.

 

1923’ten 1950’ye kadar CHP Genel Başkan Vekili olan kişiler şunlardır: İsmet İnönü (1923-1937), Celal Bayar (1937-1939), Refik Saydam (1939-1942), Şükrü Saraçoğlu (1942-1947). 1946 yılında başbakanlıktan ayrılan Saraçoğlu, Kasım 1947 tarihli VII. Kurultay’a kadar Genel Başkan Vekilliği’ni sürdürdü. Kasım 1947 tarihinden 1950 yılına kadar Hilmi Uran Genel Başkan Vekili olarak görev yaptı.

 

Atatürk, 19 Kasım 1923 tarihinde İsmet İnönü’yü şu gerekçeyle CHP Genel Başkan Vekilliği’ne atadı: “Halk Fırkası Reisi Umumiliği ile fiilen iştigale vazifei haliyem müsait olmadığından zatı devletlerini tevkil ediyorum” (Cumhurbaşkanı olması nedeniyle). Atatürk’ün İnönü’yü Genel Başkan Vekilliği’ne ataması, Atatürk’ün parti işlerinden ayrıldığı anlamına gelmemektedir. Örneğin Atatürk, genel olarak parti politikasının belirlenmesine ve milletvekili adaylarının saptanmasına etkin olarak katıldı. Aynı durum İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı dönemi için de geçerlidir.

 

1950’de Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, Demokrat Parti genel başkanlığından ayrıldı. Yerine Başbakan Adnan Menderes geldi. Bayar, genel başkanlıktan ayrılmakla beraber partili bir cumhurbaşkanı olarak varlığını sürdürdü. Cumhurbaşkanının partiler üstü bir hale gelmesi, 1961 Anayasası ile mümkün olabildi.

 

Cumhurbaşkanı’nın partiler üstü ya da hakem bir kimliğe sahip olabilmesi için çabalar tek parti dönemine dayanıyordu. Örneğin 1930’daki SCF denemesi sırasında Atatürk, İnönü ile Fethi Oktay arasında hakem rolü üstlenmeyi denemişti. Benzer rolü İnönü, 1947 yılında DP ile CHP arasında, 12 Temmuz Beyannamesi ile denemişti. Ne yazık ki aynı rolü 1950’li yıllar boyunca Bayar oynayamadı. Aslında işin çözümü cumhurbaşkanının partiler üstü olması, çatışmacı Türk siyasal yaşamında hakem rolü oynayabilmesiydi.

 

Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanı olması ve yerine genel başkan vekili ataması uygulaması, Tek Parti dönemine ait bir uygulamadır. Günümüzde –özellikle iktidar çevrelerinde- sıklıkla eleştirilen tek parti uygulamalarına çok partili dönemde özenmek, demokrasi açısından çok da olumlu olmasa gerektir. Bu durum olsa olsa tersine bir gidiştir.  Nitekim İnönü, 1956’da Menderes’e şu uyarıyı yapmıştı:

“Arkadaşlar aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakıyetten bugüne geldik. Siz, bugünden mutlakıyete gidiyorsunuz”.

 

Hakkı Uyar, 1923’ten Günümüze CHP Tüzükleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme, TÜSES yay., İstanbul, 2000.