Demokrasiler kent meydanlarında doğdu

Demokrasi, kentli toplumların ürünüdür. Bugünkü manada olmasa bile demokrasinin antik Yunan’da doğduğunu söylemek gerekir. Demokrasi, önce antik Yunan kentlerinde ve daha sonra da Ortaçağ’ın ticaretle zenginleşen kentlerinin meydanlarında doğdu.

Meydan, antik Yunan kentlerin için agora demek. Agora, kentin toplanma, karar alma ve alış veriş yapma yeri. Kentin merkezi. Antik dönem Roma’sında ise Forum… Kent meydanları, agora ve forum’dan sonra Ortaçağ Avrupa kentlerinde plaza, campo, piaza, grand place olarak adlandırılan açık mekanlar oldular. Kentin kalbinin attığı toplanılan, çeşitli etkinliklerin yapıldığı, gösterilerin düzenlendiği yerler oldular. Örneğin 20. Yüzyılın ikinci yarısında Paris’teki Concord Meydanı 68 protestolarının yapıldığı meydandı. Yine Londra’daki Trafalgar Meydanı, Margaret Thatcher’a yönelik protestoların yapıldığı yerdi.

Avrupa kent meydanlarının kökleri, çoğunlukla Ortaçağa dayanmaktadır. Feodal Ortaçağ Avrupa’sında ticaretle gelişen ve kendi kendini yönetecek siyasal ortamı yaratan ve ekonomik güce sahip olan kentlerde insanların toplanma, karar alma ve kendilerini ifade etme alanlarıydı meydanlar… Kent meydanları geniş bir alana yayılmaktaydı ve etrafını devasa kamu binaları kuşatmaktaydı. Bunların arasında katedraller de vardı; adalet sarayları da, yönetim binaları da…

Dolayısıyla meydanlar kentli sınıfların kendilerini ifade edebildikleri alanlar olarak dikkat çekmektedir. Devrimlerin, gösterilerin doğduğu yerler olduğu gibi engizisyon yargılamalarında ölüme mahkum edilenlerin infaz edildiği yerlerdi de (Bruno örneği, 1600, Roma…).

Yönetimle ilgili binaların olduğu ve yine yönetimle ilgili kararların alındığı, ticari merkezlerin olduğu ve dinsel törenlerin yapıldığı yerler olarak antik dönemden modern zamanlara kadar kent meydanları, kentin kalbinin attığı yerler oldu. Ortaçağdan itibaren bu kent meydanlarını saat kuleleri de süsledi. Malum kapitalist ekonomide, vakit nakitti.

Kent meydanlarının isimleri de ilginç. Örneğin Napoli’deki kent meydanının adı “Piazza del Plesbicito”… Meydan tarz olarak Vatikan’daki St. Pietro Meydanı’ndan esinlenmiş. Ancak burada benim vurgulamak istediğim meydanın adı: Plesbicito… Halkoylaması, demek… 1860’da İtalya’nın birleşmesi için yapılan bir halk oylaması sonrası bu almış meydan.

Nitekim Ortaçağ Avrupa kentleri, Feodalitenin, yani aristokrasinin kısıtlamalarından, baskılarından ve angaryalarından kaçanların sığındığı birer özgürlük limanı oldular. Bu beraberinde bazı çatışmaları getirse de, Ortaçağ’da kentlerin, kent havasının insanları özgürleştirdiği fikri yaygın bir inanıştı. Gerçekten de kentler, insanların geleneksel aile bağlarından ve tarımsal yapının dayattığı ilişkiler ağından kurtulmaları sağlayan özgürlük mekânlarıydı. Dolayısıyla zenginlik, iş imkânları ve özgürlük gibi cazip imkânlar, kırsal alandan kentlere göçü teşvik etti. Nitekim 16. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar geçen süreçte kent nüfusu kırsal nüfusu geçti. Ülkelere göre farklılıklar arz etse de, kırsal alandan kente göç giderek hız kazandı. Kentte de gelen nüfusu istihdam edecek bir dinamik üretim sisteminin varlığını da vurgulamak gerekir. Ancak bu, sömürü gerçeğini de ortadan kaldırmaz. İşte bu kent meydanları kentsel özgürlüğün ifade edildiği, isyanın ya da demokrasinin görünür olduğu yerler olarak dikkat çekmektedir.

Batı Avrupa kentleri, birer ekonomik ve ticari merkez olarak zenginleştikleri ölçüde siyasal olarak da birer merkeze dönüştüler; seküler ve demokratik mekanizmalar yarattılar. Bu kentlerin demokratik kimliklerinin en büyük yansıması da kent meydanları oldu. Oysa Doğu kentlerinde Batı kentleri manasında birer kent meydanı hiçbir zaman olmadı. Orada kent, daha çok camilerin ve çevresindeki tamamlayıcı yapıların merkezinde şekillendi.

Doğu kentleri Ortaçağ boyunca Batı’dan farklı bir süreç yaşadılar. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Doğu kentleri, merkezi devlet yapılarının denetimindeydiler. Dolayısıyla birer ekonomik ve siyasi merkez olarak gelişip kendilerine yöneten yapılara dönüşemediler. Onlar, birer idari ve askeri merkezdiler ve ama elbette ticaretin varlığı da yadsınamazdı. Doğu kentlerinin merkezi devlet yapısına doğrudan bağlı yapılar olarak, Feodalite’nin yarattığı dinamik ve kaotik ortamdan yararlanamadığı gibi, hem Haçlı Seferleri ve hem de Moğol istilaları sonucu ciddi tahribat geçirdiler. Sayılan nedenler dolayısıyla da değişimin ve dönüşümün öncüsü olabilecek bir dinamizme hiçbir zaman sahip olamadılar. Merkezi yapılanmanın ağırlıkta olduğu, askeri ve idari bir kentte meydanların da çok bir anlamı ve değeri de yoktu.

Her ne kadar son yıllarda Doğu toplumlarında da meydanlar önem kazandığı görülmekteyse (Arap baharı, Tahrir meydanı…) de bunun Batılı manada bir sosyal ve ekonomik dinamiği yoktur. Dolayısıyla o anlamda seküler ve demokratik bir sonucunun olması da beklenemez. Türkiye’de Taksim ve Gezi olaylarına da belki bu bağlamda bakmak mümkündür. Aslında Türkiye’de Cumhuriyet ile birlikte Batılı manada kent meydanlarının oluşmaya başladığı söylenebilir.

Demokrasilerin kentli toplumların ürünü olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Ancak bu tek başına yeterli bir tanımlama da olmayacaktır. Çünkü kenti toplumdan kast ettiğimiz üretime, sanayiye dayalı bir seküler bir toplum modelidir. Burada egemen olan ulusal bir üst kimlik etrafında ve demokratik bir zeminde toplumsal katmanların bir araya gelmesi temeldir. Fabrikalarının ya da kent meydanlarının AVM/alışveriş merkezi olduğu bir toplumu, demokratik bir toplum olarak tahayyül etmek olası değildir. Bu noktada yine pusulamız Cumhuriyetin kurucu değerleridir.