Bu konuyla ilgili bir tez araştırmasını yıllar önce gazetede okuduğumda ilgimi çekmişti.

''Japon ailesinin yapısı açık seçik özellikleri olan bir dinin inançları içindedir. Bu dine göre ölen insanlar başka bir dünyaya (ahirete) gitmezler, bir çeşit tanrı haline gelirler ve aileler içinde canlılarla birlikte yaşadıklarına inanılır.

Japonlarda ataya saygı yerine getirilmesi gereken en büyük bir ödevdir. Namusa ve şerefe aykırı bir eylemle onları üzmek yine en büyük suç olmaktadır. Ölenler yaşamda olanları kendi deneyimlerinden yararlandırır, onlara ödül ya da ceza verirler. Böylece Japonya'da aile bir din, aile ocağı da bir tür tapınak haline getirilmiştir.

Öte yandan Japonya'da ulusal ahlak, ana-babaya saygı ve sevgiyi vatanseverlik ve rejime bağlılık şeklinde genişletmiştir. Batılı ülkelerden farklı olarak reşit (ergin) olmak ana- babaya itaat etmek zorunluluğundan kurtaramaz onları. yaşamları boyunca itaata devam ederler. Bu son özelliklerine göre batıdaki ana-baba-çocuklar üçlüsünden oluşan  küçük aile tipi Japonya'da yerini yüzlerce küçük aileyi kapsayan, en uzak yeğenleri bile içine alan geniş aile tipine bırakmıştır. Sonuçta Japon ailesinin bu özel yapısı ülkenin hızla kalkınmasında önemli bir etken olmuştur.''

Biz ise  geçmişin güzel kazanımlarını, özel aydın, dengeli aile yapımızı atıp şimdilerde ya paramparça aile tipini ya da bağnaz, yobaz, gerici aile tipini topluma benimseterek ve her gün  televizyonlarda bu örnekleri bombardıman ederek bugünümüzün ve geleceğimizin önünü kesmiş durumdayız.