16. yüzyılda coğrafi keşifler neticesinde ipek ve baharat yollarının önemini yitirmesiyle birlikte Ortadoğu’nun dünyadaki önemi azaldı. Bölgenin tekrar önem kazanmasında 19. Yüzyılının ikinci yarısında Süveyş kanalının açılması ve petrolün bulunması nedeniyle söz konusu oldu. Bu, beraberinde bir emperyalist rekabeti de getirdi. Söz konusu rekabet günümüzde de sürüyor. 

 

Rusya, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından bölgede ağırlığını tekrar arttırırken, İran Akdeniz’e kadar uzanacak bir şekilde bir Şii hattı oluşturmanın peşinde… ABD ise bölgede önce IŞİD sonra da İran/Rusya eksenine karşı PKK’yı bir denge unsuru olarak kullanmaya çalışıyor. PKK ise bu karışık ortamda 40 yılı aşkın bir süredir bölgede devletler arasındaki rekabeti kullanarak, birkaç devleti bir arada idare ederek ayakta kalmaya, legalleşmeye ve devletleşmeye çalışıyor. Suriye’nin kuzeyi, Fırat’ın doğusu ABD tarafından bu iş için rezerve edilmiş durumda… Filistin’e çok görülen topraklar, PKK için rahatlıkla verilebiliyor. Nasılsa verilen kendi toprağı değil… PKK’nın 40 yılda bu kadar devletle iş tuttuğu dikkate alınırsa, bir terör örgütüne ne kadar güvenilebileceği ABD’nin bileceği iş… Ancak ABD açısından PKK, bölgeye yerleşmesinin bir aracı da olacaktır. Üstelik yalnızlaşan İsrail’in elini de rahatlatacaktır. 

 

Emperyalizmin kucağında bir terör örgütüne uygun bir devlet yaratılıyor. İngilizlerin Ortaçağ’daki çitleme hareketleri gibi Fırat’ın doğusu ABD tarafından çitlenerek PKK’ya teslim ediliyor. ABD heyeti Ankara’ya gelerek buradan uzak dur diyecek gayet açık… Aslında burada durum 1990’lar Irak’ını hatırlatıyor. Saddam Irak’ın kopartılan ve koruma altına alınan parça, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi için hazırlanmıştı. Yıllar içerisinde burada bir devlet yapılanması oluşturuldu. Türkiye, bu yapılanmanın oluşumuna katkı da sağladı. Burada yapılan hatalar bir yana, Türkiye Kürt kimliği ile sorunu olmadığını açık bir şekilde gösterdi. Sorun Türkiye açısından Kürtlerin devlet kurması değildi; sorun, PKK ve terör sorunuydu. Nitekim halen de öyle… 

 

Emperyalizmin kucağında devlet kurulmaz. Terör örgütüyle devlet kurulmaz. Emperyalizmle mücadele edilerek, ulusal kurtuluş savaşıyla devlet kurulur. Tıpkı 1919’da olduğu gibi… 

 

PKK, ABD başta olmak üzere, bölgesel dengeler üzerinde oluşturduğu yapılanmanın etnik temizlik içerdiğini, demografik yapıyı değiştirmeye yöneldiği de gözlerden uzak değil. Üstelik bölgede büyük devletler eliyle yapılan yeni düzenleme, 100 yıl önceki Sykes-Picot antlaşmasını (1916) hatırlatıyor. Bu yeni acılar, yeni kağıttan devletler demek… Bu durum karşısında bölgesel çözümler üretmek şart… Tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi… Sadabat Paktı’nda olduğu gibi… Bölgesel barış sağlanmalı, bölge devletlerinin bütünlüğü korunmalı, bölge devletlerinin de yayılmacı emelleri sona  ermeli… Yoksa bu coğrafya etnik ve dinsel kimliklerin birbirini boğazladığı bir durumdan uzun yıllar çıkamaz. 21. Yüzyılda yeni bir Balkanlaşma yaşamanın anlamı da gereği de yok. Yaşanan sorunun nedenini sadece dış güçlere, emperyalizme de bağlamamak gerek. İç şartları ortadan kaldırırsanız, emperyalizme kullanacak malzeme bırakmazsınız. 

 

Bölgesel barışı sağlamanın yolunun Pax Ottomana olmadığını da söylemeliyim. Osmanlı hayalleri kurmak gerçekçi değil. Türkiye bölgesel bir güç olarak bölgede ağırlığını koymalı, bölge barışına ve bölge huzuruna katkı sağlamalı. Osmanlı hayali kurmak, Pax Ottomana’yı gerçekleştirmek için, kapitalizmi, milliyetçiliği ortadan kaldırmak gerek… Bu da mümkün değil… 

 

Fidel Castro’nun yıllar önce söylediği belirtilen “ABD ve AB destekli Türkiye’deki olayları yakından izliyorum. Sizin oradaki PKK öncülüğünde süren Kürt hareketi, ABD’li Yankee’nin petrol bekçisidir…” cümleleri sanırım bugün bir kez daha doğrulanıyor. Castro’ya ilave olarak sadece ABD ve AB mi demek isterim… 

 

Yıllardır söylediğim bir cümleyi tekrarlayarak yazımı bitirmek istiyorum Kürtçülükten solculuk, siyasal İslamcılıktan demokrasi çıkmaz. Devletler, etnik ve dinsel kimlikler üzerine kurulmazlar, Demokrasiler, dinsel ve etnik kimlikler üzerine inşa edilmezler. Çağdaş bir devlet olmanın yolu seküler/laik bir ulusal üst kimlikten, çağdaş bir demokrasi de hukuk devletine dayalı sosyal ve ekonomik mücadeleden geçer.