Koca bir hafta yine bütün hızıyla gelip geçti ve ben yine bir pazar gecesi pazartesi sabahı ege meclisi.com da yayınlanacak yazımın derdine düştüm. 

Derdine düştüm diyorum çünkü hep son ana kalıyor, bu da beni geriyor ve düşünmeye başlıyorum, ben bu işe nasıl girdim?

Efendim şöyle oldu, ortaokul ve liseden sınıf arkadaşımve dostum sevgili Üzeyir Kasım ayında bana çat diye böyle bir öneride bulundu. Gel bizim gazetede yaz dedi. ‘Yazabilir miyim olabilir mi?’ diye akıl danıştığım diğer sınıf arkadaşlarım ise önüme 30 küsur yıllık anı defterlerini koyup ‘Bak, sen o zaman olmak istediğin mesleğe ne yazmışsın, gazetecilik!’  Durumuna vardırdılar işi ve ‘Sen yaparsın, hadi!’ diyerek beni bu yola soktular. Ben de ‘Yaparım değil mi?’ diye heyecanlandım, inandım.

Eskiden ne huzurlu pazarlarım vardı, müziğimi dinler, kitabımı okur, yapılacak işim varsa yapar keyfime bakardım. Oysa şimdi öyle mi? Daha cumartesi geceden başlıyor huzursuzluğum, acaba ne yazsam diye. 

Anlayacağınız tüm konforum bitti arkadaşlarım sayesinde.

Tümbunları düşünürken aklıma Platon’un Devlet’te anlattığı ‘Mağara Alegorisi’ geldi. 

Hikâye şöyle; Doğdukları andan itibaren bir mağarada mahkûm edilen insanları konu ediyor. Bu insanlar yüzleri duvara dönük olacak şekilde zincirleniyorlar. Ama öyle bir zincirleniyorlar ki, yanlarına dönüp diğer mahkûmları dahi göremiyorlar. Tek görebildikleri arkadan gelen ışığın etkisiyle oluşan duvardaki gölgeler. Duydukları sesleri duvardaki gölgelerle eşleştiriyorlar. Aslında onlar için dünya sadece o gölgelerden ve seslerden ibaret. Günün birinde mahkumlardan birisi zincirlerini kırmayı başarıyor ve korkarak mağaranın dışına çıkıyor. Orada güneşi görüyor, güneşin yakan göz alıcı ışığını. Gözleri yanıyor önce kaçmak istiyor, kapatıyor gözlerini. Daha sonra tekrar açıyor yavaş yavaş ve alışıyor gözleri güneşe, güzelliğe, ışığa…

Bu kez zihnindeki zincirleri kırıyor çünkü artık karşısında bambaşka bir dünya var…

Bundan sonra içeri girmesi, tekrar zincirle bağlanması, duvara dönüp sesler ve gölgelerle avunması mümkün değil, Konfor alanının dışına çıktı çünkü.

Kendimizi en rahat hissettiğimiz yerdir konfor alanımız. Örnek verecek olursak; yaşadığımız şehir, işimiz, ailemiz, arkadaş ortamımız, dünya görüşümüz, yemek yediğimiz mekân ya da her gün kullandığımız yoldur.

Yani kendimiz ve hayatımız hakkında düşünce ve inançlarımızla oluşturduğumuz, risk alıp dışına çıkmayı asla planlamadığımız bölge.

Yeni seçimler bilinmeyenlerdir ve bilinmeyen daima insanı korkutur. Yeni bir şeyi yapmak için önce kalbimizden gelen kuvvetli bir isteğe sonra yine güvene ihtiyacımız var.

Evet evet yine güven ama bu kez geleceğe güven. Başarısız olmaktan çekiniyor, ‘el alem ne der’ diye standart söylemlere takılıp kalıyorsak, yapmamız gereken belki de hayatı biraz tiye almak, dalga geçmek. Bazen sonuçtan değil, süreçten keyif almayı bilmek gerek.

Yarın işe farklı bir yoldan gidin, okumadığınız tarzda bir kitap okuyun, bu sene tatilinizi farklı bir şekilde planlayın. 

 Ufak ufak bir yerden başlayın.

Başta Üzeyir olmak üzere sevgili arkadaşlarım konfor alanımı deldiler, daha önce hiç deneyimlemediğim bir yere taşıdılar beni. Kötü oldu diyebilir miyim? Hayır tabii ki…

Rutinimi bozduğunuz, Pazar günlerime adrenalin kattığınız için, hepinize teşekkür ediyorum.

Veee sizin de konfor alanınız bozulur inşallah diye dua ediyorum.

Hepiniz seviyorum, dostça kalın…