Vakitlerden bir vakit Buhara’da bir saka vardı. Otuz yıldır her gün bir kuyumcunun evine su taşırdı. Bu kuyumcunun çok güzel, güzel olduğu kadar da akıllı ve namuslu bir karısı vardı.

Bir gün saka her zamanki gibi eve su getirdi. Suyu küpe boşalttıktan sonra o sırada evin avlusunda bulunan kuyumcunun karısına birdenbire saldırdı. Kadının elini sıktı ve bir şey söylemeden çıktı, gitti. Akşamüstü kuyumcu eve dönünce, karısı:

-Bugün çarşıda Allah’ı gücendirecek ne yaptığını öğrenmek istiyorum, dedi.

Kuyumcu inkar etmek istedi. Fakat karısı onu azarlayıp doğruyu söylemezse evden çıkıp gideceğini söyleyince ister istemez anlattı:

-Dün dükkanıma bir kadın geldi. Bir altın bilezik istedi. Verdim. Bileziği takarken bembeyaz elleri gözüme çarptı. Hoşuma gitti. Dayanamadım, sağ bileğini tutup sıktım.

Kadın bunu işitince başını salladı, kocasının yüzüne bakarak:

-Allah’ım ne büyük hikmetlerin var, dedi. Bu işi, niçin yaptın? Otuz senedir suyumuzu getiren saka bugün de bize su getirdi. Sonra birdenbire üzerime saldırıp bileğimi tutup sıktı. Bir şey söylemeden çıkıp gitti.

Kuyumcu yaptığına pişman olarak karısına döndü:

-Men dakka duka! Lev ziattü le zadel saka! dedi. “Yani çalma kapıyı,  çalarlar kapını! Daha ileri gitseydim saka da ileri gidecekti.”

Ertesi gün saka geldi, bir gün evvel yaptığı kusurun bağışlanması için kuyumcunu karısına yalvardı. Kadın onu affetti. Kuyumcunun söylediği söz de atasözü olup kaldı.

Bugünlerde kulağa hoş gelen ‘‘Men Dakka Dukka’’ sözünü birçok yetkili ağız, bilmeden veya gündem saptırmak için bolca telafuz ediyor.

Ben de sizlere çok doğru olan bu atasözünün, nereden geldiğini geçmişin tozlu sayfalarından bulup anlattım. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana ise davul zurna bile az.

Işık ve sevgiyle kalın!