Cumartesi günü halk pazarı, hava ılık ve güneşli. Günün erken saatleri, pazaryeri fazla kalabalık değil o yüzden. Dolaşıyorum yavaş yavaş…

Hem alışveriş hem gözlem, severim pazar yerlerini, kalabalık değilse eğer. Bu nedenledir ki fırsat bulursam erken giderim. Yani, pazar bahane izlence şahane. Dolaşırken bir tezgâha yanaştım, alışveriş yapıyorum, etraf sakin. O esnada yandaki tezgâhtan bir ses yükseldi, irkildim birden! ‘Dursunbey’den yerli muuzzz!...’ Pazarcı şöyle bir yan gözle bana baktı, tekrar:‘Dursunbey’den yerli muzzz..’ Dursunbey Balıkesir’in ilçesi malumunuz. Ayda bir-iki kez işim gereği giderim oraya. Karasal iklimin hâkim olduğu bir ilçe, hiç muz görmedim. Dayanamadım artık, döndüm pazarcıya; ‘Dursunbey’de muz ne arasın?’ dedim. Bunu söylememi bekliyormuş sanki ‘Kim dedi Dursunbey’de muz var diye?’ dedi. Allah Allah! Şaşırdım, ‘Siz dediniz, az önce ‘dedim. Güldü, ‘Dursun benim adım, muzu da ben satıyorum, söylediğim bu, isterseniz kimliğimi göstereyim’ dedi. Ben de güldüm, espri harika, yapacak bir şey yok, muzu aldım.

Yan tezgâhta duran genç çocuk gülerek Dursun Beyi işaret etti ve ‘deli bu yaa’ dedi. ‘Nasıl deli’ dedim, ‘sattı ya muzu, hem de iki kilo’ Bu kez hep birlikte güldük, akıllıya, deliye…

Deli deyince aklıma Erasmus geldi, ‘Deliliğe Övgü’ meşhur kitabı.

Bundan tam 500 yıl önce irdelediği; ‘Gerçek bilgelik deliliktir’ ya da ‘kendini bilge sanmak gerçek deliliktir’ ikilemi üzerine yazdıkları…

Erasmus, Ortaçağın karanlığında, tüm bilgi ve tecrübesini Hristiyan halkın aydınlanmasına adamış, yazmış, çizmiş, fikirler üretmiştir. Ne var ki aykırı fikirleri aynı zamanda da buna tezat yumuşak kişiliğiyle kimseye yaranamamıştır.

Katolikler arasında Luther’in yolunu açan adam olarak bilinirken, Protestanlar arasında ise yeterince cesur olmamakla itham edilmiştir. Hatta, ‘Erasmus yumurtladı, Luther kuluçkaya yattı’ diye bir söylem bile vardır.

‘Deliliğe Övgü’ Erasmus’un onca çalışmasından günümüze ulaşmış tek eseridir. İnce bir hicivle yazdığı eserinde; eğitsel ve toplumsal betimlemeleri oldukça çarpıcı. Günümüzde dahi, gençlere verilmesi gereken entelektüel disiplinin yanında, hümanizmden de vazgeçmeyenler için, Erasmus, etkin bir şahsiyet olmaya devam ediyordu.

Geçmişte yazılmış onca ciddi ve bilimsel eserin yanında etkisini hiç yitirmeyen ‘Deliliğe Övgü’ esasen, Eramus’un ‘delilik maskesi’ altında bize anlatmak istedikleriydi herhalde. O’nu suçlayamam, hangimiz saklanmak istemedik ki o maskenin ardına.

 Şahsen benim tanıdığım epey deli var, hem de hunili cinsinden… 

Tüm hunili delileri seviyor ve kalp kapakçıklarından öpüyorum, yazımı da babamın anlattığı, günün anlam ve önemine uygun bir fıkrayla tamamlamak istiyorum.

Adamın birisi, arabasıyla yolda giderken aracının lastiklerinden birisi patlamış. Aracından inmiş, patlayan lastiği sökmüş, ama aceleden lastiği tutan dört bijonu mazgalın arasına düşürmüş. Kızarak her şeyi bırakıp bir lastikçi bulmak için yürümeye başlamış ki o esnada yandaki binanın bahçesinden birisi seslenmiş, ‘Şşşştt, nereye gidiyorsun?’ diye bir ses duymuş. Durduğu yerde bir akıl hastanesinin önüymüş. Seslenen de hastalardan birisi. ‘Lastikçiye ’diye cevap vermiş adam. ‘niye ki?’ diye tekrar sormuş, adam, ‘görmüyor musun dört bijonda mazgala düştü, lastiği nasıl takayım ‘ demiş. ‘Diğer lastiklerden birer tane al. Yedek lastiği araca tak, hepsinde üçer bijon seni lastikçiye kadar götürür’ demiş. Adam ‘hay Allah bu benim niye aklıma gelmedi’ demiş, daha sonra dönüp kendine akıl verene, ‘madem bu kadar biliyorsun, akıl hastanesinde ne işin var?’ demiş, diğeri de ona ‘biz burada delilikten yatıyoruz, aptallıktan değil’ demiş…

  Demem o ki;Akıllı olalım,delileri hafife almayalım.

Not: Bu yazı, Okur Grubu arkadaşlarıma sevgiyle ithaf olunur.