Yolun kıvrıldığı bir yerde karşıdan iki atlı dörtnala çıkageldi. Rumata’yı görünce derhal durdular. “Hey sen asil baron!” diye seslendi biri. “Geçiş iznini göster!” “Hödükler!” dedi Rumata, buz gibi bir sesle. Okuma yazmanız mı var, neyinize gerek geçiş izni?”

Birisi astrofizikçi diğeri edebiyatçı Strugatsi kardeşlerin 1964 yılında birlikte yazdıkları bilimkurgu türünden romandan aklımda kalan ve yerini arayıp duran cümleler…

Bu cümleler ne zaman yerini buldu onu da anlatayım. 1Nisan 2018 de çok kıymetli Ülkü Tamer’i kaybettik. Bir değer daha kaydı gitti ellerimizden. Geriye, aklı, emeği ve ürettikleri kaldı. 

Önce üzüldüm ve Ülkü Tamer’in anısına bir yazı yazayım istedim. Fakat sonra düşündüm, kafamda evirip çevirdim ve dedim ki, zor, çok zor…

Ülkü Tamer’i övmek bile zor. Demezler mi insana “Hadi oradan, Ülkü Tamer’i de senden öğrenecek değiliz ya!” diye.

Vazgeçtim tabii… Usta’nın yazdığı şiirleri, öyküleri anı ve çocuk kitapları saymakla bitmez. Tüm bunları düşünüp Ülkü Tamer’den birkaç şiir okudum ve zihnimin güzel anılar bölümüne kendilerini ve eserlerini yerleştirdim. Ta ki 5 Nisan 2018 tarihine kadar.

İnternetten köşe yazılarını okurken Yılmaz Özdil’in yazısına denk geldim ve okudum. O günkü yazısında Ülkü Tamer’i ve onun benim ilk ve ortaokul çağlarıma denk gelen dönemde ‘Milliyet Çocuk’ dergisinin yayın yönetmeni olduğu yılları anlatmış. Çok etkilendim. Ben de çocukluğuma döndüm. Milliyet Çocuk dergisini ilkokul dönemim boyunca düzenli okudum. Hatta bulup almada sıkıntı olmasın diye babam abonelik yapmıştı. Kar kış nedeniyle aksasa bile mutlaka elime geçerdi. Hatta ortaokulda yatılı okula gitmeme rağmen babacığım aboneliği devam ettirdi. Dönem boyunca ben gelene kadar dergiler birikir, eve döndüğümde onları keyifle okurdum.

Velhasıl Yılmaz Özdil’in güzelce anlattığı, benim daha üzerine tek bir söz koyamayacağım bu güzel derginin yayın yönetmeni de Ülkü Tamer’miş. Bilmiyordum, öğrendim…

Bu güzel insan bir de çocukluğuma ortak oldu artık. Buraya kadar her şey normal, duygulu, keyifli.

Ancak; sosyal, süslü, soslu, soytarı medyada bu yazının paylaşıldığı yerde, altına birisi; Ülkü Tamer için ‘yorum adı altında’ tatsız, sevimsiz sözler yazmış. 

Okudum, canım sıkıldı.

Ben, Ülkü Tamer’i anlatmayı beceremem diye yazmaya cesaret edemezken, sen nasıl kurdun bu cümleleri be adam! İnsan bir kendine bir yazdığına bakar, birde kimden söz ettiğine. Bu kadar kolay mı? Ya da bu kadar ucuz mu insanlar hakkında böyle şeyle yazıp çizmek. Anlamak zor gerçekten. 

İşte tüm bunları düşünürken Strugatsi kardeşlerin kitabındaki cümlelerin neden aklımda asılı kaldığını da anladım.ve ben de dedim ki; “Hadi oradan hödük! Sen Ülkü Tamer’i okuyup anlayacak kadar okuma yazma biliyor musun ki! Eleştiri yapmaya kalktın”

Tüm bu olanlardan sonra doğal olarak bana da Ülkü Tamer yazısı yazma hakkı doğdu böylece.

Had bilmek, ölçü bilmek, bilmiyorsak da bilene saygı duymak bu kadar zor mu acaba…

 Etraf bu kadar bilmeyen ama bilmediğini de bilmeyenle doluyken, susmakla hata mı ediyoruz diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.

Ruhun şad olsun…

Seher yeli çık dağlara

Güneş topla benim için

Haber ilet dört diyara 

Güneş topla benim için

Umutların arasından

Kirpiklerin karasından

Döşte bıçak yarasından canım

Güneş topla benim için

Seher yeli yar gözünden

Havadaki kuş izinden

Geceleri gökyüzünden

Güneş topla benim için…