Birinci Meclis’in açılışın yüzüncü yılına yaklaşıyoruz. 2020’de TBMM’nin açılışının yüzüncü yılı parlamenter demokrasimizin en önemli dönüm noktalarından biri bu… Aslında Osmanlı Devleti’nde mutlak monarşinin gücünün kısıtlanmasına yönelik ilk adım, 1808 tarihli Sened-i İttifak’tır. Bu bir İngiliz Magna Carta’sı (1215) kadar kalıcı ve etkili olmasa da önemli bir kilometre taşı olarak görülmelidir. Sonraki büyük ve önemli adım Tanzimat’tır. Tanzimat, yıkılmakta olan bir imparatorluğa yeni bir nizam/düzen verme çabasıydı. Bir Osmanlı milleti yaratarak dağılmayı önlemeyi amaçlıyordu. Onu I. ve II. Meşrutiyet izledi. Jön Türklerin ve İttihatçıların amacı, meşruti bir demokrasiyi çimento olarak kullanmak ve dağılmanın önüne geçmekti. Ne onların ne de onlardan öncekilerin çabaları, Osmanlı’nın dağılmasını önleyemedi. Çünkü, modern çağda bir tarım imparatorluğunun yaşama şansı yoktu. Osmanlı’nın çöküşünde bir tarım imparatorluğu olmaktan çıkamayış ve sanayi devrimini ıskalamak ana nedendi. Ancak yine de modernleşme çabaları, Milli Mücadele’nin yürütülmesine ve Cumhuriyetin kurulmasına yol açtı.

Birinci Meclis, kendinden önceki Osmanlı Meclisi Mebusan’ından tamamen ayrılmaktaydı. O,tüm gücü elinde toplayan ilk ve tek Meclis’ti. Gücünü geçmişten de ders çıkararak kimseyle paylaşmadı. Yasama, yürütme ve yargı (İstiklal Mahkemeleri eliyle) yetkisi de elindeydi. Kurtuluşun ve demokrasinin kutsal mekanıydı Birinci Meclis… Kabul ettiği 1921 Anayasası da bunu teyit eder nitelikteydi. Kurtuluş Savaşı’nın iki temel ayağı vardı: Tam bağımsızlık ve milli egemenlik… 

Birinci Meclis, tam bağımsızlık ve milli egemenlik (demokrasi) ilkesini kıskanç bir şekilde korumayı amaç bildi. Çünkü 1878’de II. Abdülhamit, 1918 ve 1920’de Vahdettin parlamentoyu (Meclisi Mebusan) dağıtarak ülkeye kaderine hakim olmak istemişlerdi. O nedenle de Meclis, yürütme organının aşırı şekilde güçlenmesine ve parlamentoyu etkisiz kılmasına karşı uyanık davranmaktaydı. 

Anadolu’da Türkler yaklaşık bin yıldır varlar. Anadolu Selçuklu Devleti’nde sultanın, Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahın mutlak gücünü paylaştığı bir vezir/veziriazam/sadrazam hep var olageldi. Birinci Meclis de başvekilini kendi içerisinden seçti ve bankları bile seçme yetkisini ona bırakmayarak, tek tek kendisi seçti. Başvekillik başbakanlığa dönüşerek Cumhuriyet döneminde de devam etti. İlk kez bu yıl içerisinde yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi içerisinde artık başbakan olmayacak. Padişahın ve sultanın bile veziri/sadrazamı varken cumhurbaşkanının başbakanı olmayacak. Bu, parlamentodan bağımsız seçilen cumhurbaşkanının parlamento karşısında denetimini kısıtlayan ve zorlaştıran bir durum. Önümüzdeki süreç, parlamentonun yasama organı olmaktan çıkarak gücünün zayıfladığı, itibarının azaldığı ve danışma organına dönüştüğü bir dönem olacak. Türkiye yol yakından parlamenter demokrasiye, ulusal egemenliğin kutsal mekanı olan Meclis’in tekrar güç kazanmasına yönelmelidir. 

Milli Mücadele’nin hemen ardından kabul edilen 1924 Anayasası bile Cumhurbaşkanına (Atatürk’e) Meclis’i feshetme yetkisi vermemişti. Dönemin İzmir milletvekili Mahmut Esat Bozkurt şunları söyleyerek itiraz etmişti yetkinin verilmesine:

“Efendiler iyi bir hükümet gelir, iyi bir Reisicumhurumuz vardır. Bunlar riayet eder. Doğrudur. Fakat mesele, bir reisicumhur meselesi değildir. Bütün bir Türk mukaddesatı meselesidir (Bravo sesleri)”. 

Sorunun lider meselesi olmadığını, Atatürk sonrasını düşünmek gerektiğini belirtmekteydi. Türkiye’de bugün yeni sistemi savunanlar, 10 yıl, 20 yıl sonrasını kafalarında canlandırabilirler mi?

Geldiğimiz yer mutlak monarşiden meşruti demokrasi oldu. Kurucu Baba Atatürk, monarşiyi sona erdirerek cumhuriyeti kurdu. Nihai hedefi demokratik cumhuriyetti. Bu demokratik cumhuriyetin, ulusal egemenliğin dayandığı kutsal mekan TBMM idi. 1923’ten 1938’e kadar TpCF, SCF denemeleri demokrasinin kurulması için deneme çabalarıydı. Tüm dönem boyunca bir yandan sanayileşme, topyekun modernleşme çabaları sürdü; geleneksel toplumun kurumları ortadan kaldırılarak, modern toplumun kurumları yerleştirildi. Laik bir toplumda kadın, erkek ile eşitlenmeye çalışıldı. Atatürk’ün hedefini, Demokrasi Devrimi’ni 1945 sonrasında gerçekleştiren İnönü oldu. Genç demokrasi fidanına yıllarca gözü gibi bakan İnönü, 1956’da Menderes’i “Biz mutlakıyetten (mutlak monarşiden) buraya (demokratik cumhuriyete) geldik. Siz buradan oraya gidiyorsunuz” diye eleştirmişti. 

 

Parlamenter demokrasi bize uymuyor deme lüksümüz yoktur. Ülke sorunlarını çözmeyi, kalkınmayı ve refah toplumunu sağlamayı, toplumsal barışı ve hukuk devletini parlamenter demokrasiyle gerçekleştirmekten başka çaremiz yoktur. Çare demokrasidir; çare parlamenter demokrasidir; çare cumhuriyetin kurucu değerleridir. 

(1950 seçimleri öncesinde yayınlanan bir karikatür, bugün hâlâ güncelliğini koruyor!)