Vakitlerden bir vakitte Afrika’da Zosa diye bir kabile varmış.1856 yılında Afrika’nın güneyinde yaşam süren bu Zosa kabilesinde öyle olağanüstü şeyler yaşanmış ki, bunun hayal ürünü bir masal değil de yaşanmış bir tarih olduğuna inanmak insanın havsalasını gerçekten zorluyor. O yıl yine büyük bir kıtlık baş gösteren Afrika’da iki kız kardeş yaşıyor ve her sabah el ele tutuşup tarlalarına karga kovalamaya gidiyorlarmış. Haziran ayında bir gün yine Gxara Nehri yakınlarındaki tarlalarına karga kovalamak için gönderilmişler. Dönüşte, kızlardan büyük olanı nehir kenarında su içerken yanlarında iki hayalet belirdiğini ve kabileye onlar aracılığı ile bir mesaj ilettiğini söylemiş. Mesaja göre çok yakında büyük bir “yeniden diriliş” gerçekleşecekmiş. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için halkın elinde bulunan bütün inekleri, öküzleri ve koyunları öldürmeleri, tarlalarında yetişen bütün ürünlerin tamamını da yakmaları gerekiyormuş. Zaten bu mucize gerçekleştikten sonra kimsenin yiyeceğe ihtiyacı kalmayacakmış.

Önceleri kızlarla herkes dalga geçmiş ve bu masala kimse inanmamış; ama kızlar ırmak kenarına her gidişlerinde aynı şeyleri anlatmaya devam etmişler. Kimsenin inanmadığını gören kızlar, hayaletlerin bu sefer amcalarını da yanlarında getirmelerini istediğini söylemiş. Ertesi gün amcalarıyla birlikte gitmişler. Amca önce hiçbir şey görmemiş; ama büyük kız ısrarla hayaletlerin o anda yanlarında olduğunu ve onlara seslenmeye devam ettiğini söyleyince, kendilerini göremese de seslerini duymaya başlamış. Güya adamlar “Sığırlarınızı, öküzlerinizi öldürün; tahıllarınızı yakın, sakın bir daha ekmeyin.”diyormuş. Oysa Afrika’da çok ünlü bir atasözü şöyle dermiş: ”Sığır soydur, ölürse ırk da ölür.”

Amca bu mesaja dört elle sarılmış ve mesajı hemen kabilenin şefi Sarili’ye ulaştırmış. Amca garip bir adammış. Bu olaylardan bir süre önce de din değiştirip Hıristiyan olmuş, hatta Hıristiyanların en büyük peygamberi olmak gibi hayalleri bile varmış. Yani ruh sağlığı zaten pek yerinde değilmiş. Peygamber olamayacağını anlayınca da kabilesine geri dönmüş. Amca, bu olayla birlikte gökte aradığını yerde bulmuş ve peygamber olamamış ama büyük bir mesajı kabilesine iletmek gibi bir misyonun içinde bulmuş kendini. Daha inandırıcı olabilmek için önce kendi öküzlerini öldürmüş, tahıllarını yakmış ve yakınlarındaki herkesi de bunu yapmaya davet etmiş. Komşular birer ikişer aynı şeyi yapmaya başlamışlar. Kabilenin şefi, önceleri buna inanmak istememiş; ama herkes gibi o da çok sıkıntıdaymış ve tutunacak bir dal arıyormuş. Ayrıca kızların anlattığı hikaye gün geçtikçe büyüyor, şekilleniyor, her gün yeni bir ayrıntı daha ekleniyormuş.

Afrika’nın o bölümü o yıllarda İngilizlerin kontrolü altındaymış ve İngilizlerle Zosalılar arasında çok çetin ve kanlı savaşlar oluyor ve bu savaşlarda yerliler hunharca öldürülüyormuş. Bu yüzden kabile şefi Sarili, İngilizlerden nefret ediyor; ama onları topraklarından atmaya da gücü yetmiyormuş. Bu efsanenin ortaya çıkışından bir yıl önce, İngilizlerin ünlü komutanı, Kırım savaşında Ruslar tarafından öldürülmüş. Bu haberi duyan Zosalılar bayram yapmışlar. Komutan zamanında pek çok yerliyi acımasızca öldürdüğünden herkes ona kızıyormuş. Hatta yerliler, İngilizleri yenen Ruslara büyük hayranlık duyuyor, bir gün Rusların Afrika’ya gelip onları da İngilizlerden kurtaracağı şeklinde hayaller kuruyorlarmış. İşte bu efsane tam da bu hayallerin üstüne oturuvermiş. Kendileri çıplak gezerken İngilizlerin giysilerine bile sinir olan, hiç değiştirmeden ve yıkanmadan giydikleri askeri kıyafetleriyle ne kadar pis koktuklarını düşünen kabile reisi Sarili bile, büyük gün geldiğinde İngilizlerden kurtulacakları umuduyla bu hikayeye inanıvermiş.  O zaman yerliler çıplak vücutlarının üst kısmını kızıl kille boyarlarmış. Zaten kızların gördüğü hayaletler zamanla askeri kıyafetler içinde kara derili Ruslar olarak yorumlanmış.

Onları kurtarmaya gelecek olan Rus gemilerini bekliyorlarmış.  Bu arada, İngilizlerin temsilcisi, olanlara bir türlü anlam verememiş ve bunu, Büyük Britanya otoritesine karşı yapılan bir isyan olarak algılamış. Hemen ardından Şef Sarili’ye tehditlerle dolu bir mesaj göndermiş. Olayları kendileri durdurmazsa, bunu İngiliz askerlerinin yapacağını ve bundan da halkın çok zarar göreceğini yazmış. Bu mesaj şefi iyice çileden çıkarmış ve kızların hayaletleri ilk gördüğü yere bu sefer de kendisi gitmiş ve dönüşte orada ölen oğlunu gördüğünü, kendisine mısır ve bira ikram edildiğini anlatmaya başlamış. Tüm sığırlar öldürülene, tahıllar yok edilene kadar kehanetin gerçekleşmeyeceği söylentisi hızla yayılmış. Artık halk çılgınca öküzleri, koyunları ve keçileri öldürüyor, ellerinde kalan son tahılları da yakıyormuş.

Toplumsal histeri zirveye ulaşınca, kızların amcası kurtuluş günü için bir tarih belirlemiş ve temmuzda dolunay zamanında yeniden dirilişin gerçekleşeceğini açıklamış. Tarih yaklaştıkça heyecan doruğa çıkmış ve o gün tüm kabile halkı sabahın köründe tepelere tırmanıp kendilerini kurtarmaya gelecek olan esrarengiz kişileri beklemeye başlamış. Akşama kadar umutla bakmışlar ufka ancak ne gelen olmuş, ne giden. Büyük bir hayal kırıklığı yaşanmış; ama buna da bir çare bulunmuş. Öldürülen öküz sayısının yeterli olmadığı yolunda açıklamalarla olay kapatılmaya çalışılmış. O yıl ağustos ayında bir öğleden sonra ortalığı sis basmış. Halk bunu yeniden dirilişin bir habercisi kabul edip evlerine kapanmış ve yine heyecanla olacakları beklemeye başlamış.  Yine bir şey olmamış.

Güya kurtuluş gününde cennetten iki güneş birden yükselip havada çarpışacakmış. Bundan sonra bütün İngilizler denizin derinliklerine doğru sürüklenecekler ve denizin dibini boylayacaklarmış. Burada karşılarına şeytan çıkacak ve hem İngilizlerden hem de bütün çağrılara rağmen sığırlarını öldürmeyen Zosalılardan intikam alacakmış. Sonra dünya, yeni bir güneş doğuncaya kadar karanlığa gömülecekmiş. Güneş yeniden doğduğunda ölüler dirilecek, öküz derisinden yapılmış kalkanlardan çıkan sesler birleşip bir gök gürültüsü haline gelecek ve hemen ardından büyük sürüler halinde söz verilen öküzler görünecekmiş. Bütün tarlalar bol ürün verecek, hastalar iyileşecek, topallar yürüyecek, körler görecek, yaşlılar gençleşecek ve bundan sonra hiç kimse çalışmayacakmış. Kötülük bitecek; kötüler ya yılan ısırmasıyla ya denizde boğularak ölecekmiş.

Oysa Zosalılar bir deri bir kemik kalmışlar. Anneler çocuklarını besleyememenin ıstırabı ile kıvranırken yataklara düşmüşler. Önce köyün kedileri, köpekleri ölmüş; akbabalar toplanmış başlarına. Sonra sırayla bebekler, çocuklar, anneler babalar ölmeye başlamış. Bu hikayeyi yayan kızlarla amcaları da ölenlerin arasındaymış. ”Sığır soydur, ölürse ırk da ölür.” diyen atasözü böylece gerçek olmuş. Çaresizlik onlara her şeyi unutturmuş. Sonradan tarih bu olayı ‘Tarihin en büyük iman gösterilerinden biri’ veya ‘Törensel bir toplu intihar’ olarak yorumlamış.

Yiyecek aramak için topraklarını terk eden Zosalılar geri döndüklerinde bir de bakmışlar ki boş kalan toprakları Avrupalılar tarafından işgal edilmiş. Ve böylece zavallı Zosa halkı bu toplumsal çılgınlığın ardından hem canından olmuş hem de malından. Asıl kıyamet gününün o gün olduğunu anlamışlar anlamasına da iş işten geçmiş. Geride kalan az sayıda Zosalı, İngilizlerin verdiği, nehrin karşısındaki bir avuç verimsiz toprakla yetinmek zorunda kalmış.

İnsanların hayalleri her devirde nasıl da birbirine benziyor.

Emin olun ki o devirde Afrika’da yaşayan Zosalıların bir zeka sorunları yoktu ama çaresizlik ve cehalet vardı. Umutları tükenmişti, kendilerine bir çıkar yol arıyorlardı bu ortamda. Avrupalılara Tutankamon’un lanetinin pazarlandığı gibi, onlara da bir başka efsane pazarlanmıştı.

Bizim ülkemizde de önce; üç tarafımız denizlerle çevrili olmasına rağmen ucuz besin kaynağımız balıkçılığımız bitirildi,  ormanlarımız talan edildi; neticesinde ormanlarımızdan elde ettiğimiz reçineciliğimiz bitirildi. Maden ruhsatları verilerek zeytinimiz katledildi. Dünyanın fındık deposuyduk; yabancılara peşkeş çekildi. Dünyanın en iyi incirini yetiştiriyorduk; nemi sevmeyen incir havzalarına bilinçli olarak barajlar yapıldı. Terör bahanesiyle meralarımızın üzerine çökülerek küçük ve büyük baş hayvan ırkımız bitirildi. Verimli tarlalarımıza bilinçli olarak imar izni verilerek, üzerinden oto yollar geçirilip tahıllarımız, tohumlarımız bitirildi.  Omega 3 deposu; tekstilin, bio dizelin ve ilaç sanayinin ana hammaddesi meşhur haşhaşımız bitirildi. Dünyaca ünlü tütünümüz bitirildi. Dünya borsalarında en yüksek fiyata satılan pamuğumuz bitirildi, meyveciliğimiz ve sebzeciliğimiz bitirildi. Patatesimiz, şeker pancarımız bitirilmek üzere. Göllerimiz kurutuluyor ve akarsularımız hızla Hes adı altında bitiriliyor. Daha da önemlisi topraklarımız kimyasal gübreler ile zehirleniyor.

Kısa bir zaman öncesine kadar besin yönünden dünya üzerindeki kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken bugün saman bile ithal eder hale getirildik. İkili antlaşmalar nedeniyle ithal etiğimiz genetiğiyle oynanmış tohumlar ve zararlı tarım ilaçları nedeniyle emperyal gıda tröstleri eliyle; insanımız hastalandırıldı, kısırlaştırıldı ve neslimiz bozuldu. Ülkemize ekonomik olarak da diz çöktürüldü!

 Bu durum toplumsal intihar değil de nedir?

Işık ve sevgiyle kalın!