2017 yılı verilerine göre nüfusumuzun % 23,6’sı, 0-14 yaş grubunda… 19 milyon ediyor bu rakam. 15-24 yaş grubu ise, 13 milyon. 25 yaş altı nüfusumuz 30 milyonun üzerinde.  

Cumhuriyet ilan edildiğinde okula giren nüfus % 3 civarındaydı. Bir tarım toplumu devralmıştı Cumhuriyet. Eğitim oranı düşük; meslek olarak çiftçi ve memur olmanın ötesinde ciddi bir varlığı yoktu. Bu nedenle hem tarım ekonomisinin yerini endüstri ekonomisinin almasına ve hem de toplumun eğitilmesine girişildi. Bu eğitim, laik ve milli bir eğitimdi. Topyekun kalkınma ile bir daha çöküş tehlikesiyle karşı karşıya kalınmayacaktı. 

Cumhuriyetin eğitim sisteminin en temel parametresi, Türk kimliğini ortaya koymak oldu. Bu, etnik bir kimlik inşası değildi. Türk kültürünün laikleştirilmesi, kimliğin dinsel kimlik olmaktan çıkıp üst kimlik olarak Türkleştirilmesi, Türk Devrimi’nin en önemli adımlarının başında gelmektedir. Osmanlı eğitim sistemi, hiçbir zaman laik bir niteliğe sahip olmadı. Modernleşme çabaları içerisinde medresenin yanına açılan okullar da ne tam anlamıyla laikti ne de tam anlamıyla bilimsel bir eğitim sistemini barındırıyordu. Üstelik bu eğitim sistemi ikiliydi; mektep ve medrese bir aradaydı. 

Osmanlı eğitim sistemi, din ile milleti birbirinden ayırmıyordu. Ders programlarında Arapça ve Farsça, Türkçeden önce geliyordu. İslam tarihi, Türk tarihinden önce geliyordu. Cumhuriyet; yeni nesle milli benlik ve milli bilinç vermek için eğitim sisteminde köklü değişikliğe gitti. Tarih, harf ve dil devrimlerinin altında da bu anlayış yatmaktaydı. Nitekim Atatürk, “Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsı ile meşbu olursa o camiaya istinat eden Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” demişti.  

Milli eğitim olmadan, milli ekonomi olmadan milli devlet olmuyor. Son yıllarda yaşanan deneyimler bile bize eğitim sistemimizin ne kadar başıboş olduğunu gösteriyor. Oysa İkinci Meşrutiyetten Cumhuriyete geçen süreçte eğitim sistemimizi değiştirip dönüştürmüştük. Çanakkale’de, Sakarya’da, Büyük Taarruz’da savaşan, gazi ve şehit olan bu nesildi. Cumhuriyet, genç çocuklarını tarikatların, şeyhlerin elinden aldı, onların müridi olmaktan kurtardı. Son yıllarda yaşadıklarımız Fetullahçısından Adnan Oktarcısına kadar bunların ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha gösterdi. Tarih tekerrür ediyor. Dün Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi neyse bugün de Adnan Oktar, Fetullah Gülen odur. Bunlar din kisvesi altında emperyalizmin işbirlikçisidir, gladyosudur. Bize lazım olan Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi gibi isimlerdir. Türkiye, çocuklarını tarikatların elinden kurtarmalıdır. Buz dağının görünmeyen kısmı yerin altındadır. Bir devlet, çocuklarının böyle devşirilmesine izin veremez. 

Dinsel kimliğiniz millet olma bilincinizin üzerinde olmamalıdır. Batı Avrupa bunu 500 yıl önce geride bıraktı. Millet olma bilinci her şeyin üstüne çıktı. Milli dil, millet olmanın üç önemli parçasından biri oldu. Bunu dinin millileşmesi izledi. Sonuncusu ise milli ekonomidir. İthalatı kısıtlayıp ihracatı arttırmayı hedefleyen ulusal ekonomiler gelişti. Ulusal burjuvazilerin yükselişi ve ticaretin gelişimi, sanayi devrimini beraberinde getirdi. Bunun tam tersi bir ekonomik modeli olan, ithalatı teşvik eden iaşeci Osmanlı ekonomisi, tarım toplumundan çıkıp sanayileşemedi. Bu da beraberinde çöküşü getirdi. İmparatorluk bakiyesinden ulus devlete geçiş süreci İkinci Meşrutiyetle başladı, Cumhuriyetle devam etti. Bu süreç aslında halen devam ediyor. Cumhuriyet eğitimi dinsellikten kurtarıp laik ve milli bir kimliğe büründürürken ekonomiyi de dönüştürdü. İthal ikameci bir sanayileşme politikası benimsedi. O nedenledir ki tüm tarihimiz boyunca ihracatın ithalattan fazla olduğu tek dönem Atatürk’ün ülkeyi yönettiği 1930’lardır. Cumhuriyeti kuranlar, ayakları yere basan bir dış politika benimsediler. Tüm sorunları diplomasi ve barışla çözmeye yöneldiler. Hatay’ı da böyle aldılar, Boğazlarda tam egemenliği (Montrö) de böyle sağladılar. O sırada da topyekun kalkınmaya giriştiler. Kadınla erkeği eşit kıldılar, ülkenin tüm kaynaklarını sanayileşmeye ayırdılar. Fabrika kurdular. İkinci Meşrutiyet’in ve son yılların boykot politikaları bu dönemde yoktu. İzlenen akılcı dış politika ve ithal ikameci sanayileşme buna gerek duyulmasını önledi. 

Netice olarak milli devlet olmanın yolu, milli üretimden (tarım, sanayi, bilişim) ve milli eğitimden geçer. Bu yol, Cumhuriyetin kurucu babalarının yoludur.