1935 yılı Ağustos ayında sıcak bir yaz akşamıydı. Atatürk, kitaplığında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile özel bir görüşme yapıyordu. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü de adadan özel bir motorla gelmiş ve konuşmaya katılmıştı. Yaver, o gece yemek sofrasına çağrılması düşünülen milletvekillerinin hiçbirini davet etmemiş, gelmek isteyenlere de Atatürk’ün bu akşam dinleneceğini söylemişti. Salonda yalnız Nuri Conker, Salih Bozok ve Kılıç Ali vardı. Atatürk’ün bu, en yakın arkadaşları önemli bir olay olduğunu hemen fark etmişler, fakat hiçbir haber sızdıramamışlardı. Yaverler de bir şey bilmiyordu.

Atatürk, saat 09. 30’a doğru Şükrü Kaya ve Tevfik Rüştü ile birlikte salona çıktı ve yemek masasına oturdu. Dalgındı. Yanındakiler de neşesizdi. İlk kadehler küçük konuşmalarla tüketildi. Bir ara Gazi Paşa, sofraya bakanların gerekli servisleri yaptıktan sonra sofra çevresinden çekilmelerini istedi. Sonra Şükrü Kaya’ya döndü: ‘’Anlat baştan, arkadaşlar da duysun.’’ dedi.

Şükrü Kaya, İngiliz Sefiri (Elçi) Sir Persy Loren’in kendisi ile görüştüğünü, Ürdün’de Atatürk’ü öldürmek için bir komplonun hazırlanmakta olduğunu açıkladı. Konuşmasında şunları belirtmişti:

-Ben kendisine, ‘’bunu bize bir not halinde verebilir misiniz?’’ dedim. Hemen bir kâğıdın üzerine kendi el yazısıyla bana söylediklerini yazdı ve imzaladı. Doktor (Tevfik Rüştü Aras), dün geziden dönmediği için ben kendisine vekâlet ediyordum. Durumu hemen Başvekil Paşa’ya bildirdim. Milli Emniyet Başkanı’nı, benim Emniyet Genel müdürümü çağırdık. Durumu değerlendirdik. Gerekli tedbirler alınmıştır. Başvekil Paşa, beni Atatürk’ümüze durumu ayrıntıları ile anlatmak için hemen yola çıkardı.

Atatürk, düşüncesini sırtından atmış gibiydi, gülüyordu. Tevfik Rüştü’ye döndü:

-Doktor, sen de düşündüklerini arkadaşlara özetleyiver…

Tevfik Rüştü Aras, gözlüklerini düzelterek söze başladı:

-Ben bunun, Çerkez Ethem meselesi olduğunu sanıyorum. Gerçi Ürdün’de Çerkez Ethem’den başka rejim düşmanları da vardır. Fakat bunların böyle iğrenç bir işe sıvanacaklarını sanmıyorum. Ama Ethem bunu tasarlayabilir, işe girişebilir de… Nasıl Ankara’da hükümeti ve meclisi ele geçiremeyince, Yunan’a teslim olmuşsa, şimdi de devletimizin başından Ata’mızı eksik ederek Türk Milleti’ne zarar vermeyi düşünebilir. Bunu arz etmiştim.

Atatürk:

-Sen o günlerde bu işlerin içindeydin. Ben, bu Çerkez Ethem budalasını kurtarmaya çalışmadım mı?

Tevfik Rüştü:

-Çalışmak ne demek Atatürk, parçalandınız… Baş başa yediğiniz öğle yemeğinde kendisine her şeyi anlatmadınız mı? İsmet Paşa’ya kaç kez sabırlı olmasını, Ethem’in belki bir yerde uyanıp girişimlerinden vazgeçebileceğini söylemediniz mi? Hangi birisini sayayım?

Atatürk:

-Evet, çalıştım, doğrudur. Galiba gerektiğinden de fazla çalıştım. Bunun zararını da gördük. Fakat ben size, bir şey söyleyeyim mi çocuklar, ben Ethem’e hala acıyorum.

Herkes bu sözlere şaşırmıştı. Çerkez Ethem, Atatürk’ü öldürmek için komplolar hazırlıyor, adamlar yola düşürüyordu. Ama Atatürk hala kendisine acımaktaydı. Sonunda Kılıç Ali dayanamadı:

-Aman Paşam, bu kadarı da fazla… Benim elime geçse, bu adamı çiğ çiğ yerim.

Atatürk gülümsedi:

-Çiğ çiğ yemek kolay, onu herkes yapar. Ama anlamak zor… Düşün bir kez, Kurtuluş Savaşı başında bu adam yeteneklerini göstermedi mi gösterdi. Memlekete faydalı olmadı mı oldu. Herkes kendisini el üstünde taşımadı mı taşıdı… Öyleyken bu adamın Yunanlılara sığınması ne demektir? Hem de bizim kuvvetlerimizle savaşa savaşa… Ethem’in yetenekleri var. Olmasa, bunca işi başaramazdı. Ama aklı yok Ethem’in. Bütün felaket burada!.. Bir iki çete muharebesindeki başarıyı devletin başına geçmek için yeterli sayıyor. Tıpkı bugün beni öldürmenin, memleketi baştan ele geçirmek saydığı gibi… Bilmiyor ki bugün Mustafa Kemal de istese, onun gibi bir adam devletin başına geçemez! Sen dünyadan habersiz, tutkularının cehenneminde kıvranan bir insana acımaz da ne yaparsın? Elimde olsa Ethem’i çağırır, benim yerime oturtur, ‘’Hadi üç gün şu devleti yönet de dünya başına yıkılıyor mu yıkılmıyor mu gör!’’ derdim. Yok, Kılıç, insanın böyle bir beyinle yaşaması acıklıdır…

Bu konuşmalardan sonra ‘’Atatürk’ün Sofrası’’ çok neşeli geçmiş, sabaha kadar sohbet edilmişti. Atatürk, ayrılırken Şükrü Kaya’ya şunları söyledi:

-Sakın böyle bir ihbar vardır diye, olağanüstü tedbirler almayın! Halka, yolculara güçlükler çıkarmayın. Bütün tedbirler, vatandaşa duyurulmayacak çizgide tutulmalı… Vehme düştünüz mü, Ethem’den farkınız kalmaz!

Nitekim ihbarın üstünden bir ay geçmeden Kilis’te Suriye’den gizlice sınırı geçmiş Yahya adlı bir asker kaçağı Çerkez ele geçti. Bu tutuklamadan Urfa milletvekili Ali Saip davası doğdu. 

Kaynak:

İsmet Bozdağ, ‘’Atatürk’ün Sofrası’’, Truva yay. İstanbul, 2009, s.20-241-242-243-244.