Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da İran asıllı bir kavim olan Kürtler, uzunca bir zamandır yaşıyor. Çoğu Arap fetihleriyle Müslüman oldu. Malazgirt Savaşı’ndan itibaren bölgenin yeni sahipleriyle müttefik olup dağlardan ovalara indiler. Ermeni ve Süryanilerden oluşan ova halkı da Türklerin getirdiği hoşgörü ve kolaylıklar sayesinde ticaret maksadıyla Anadolu’nun iç kısımlarına göçtü. Bizanslılar, ayrı mezheplerden oldukları için bunları Batıya sokmazdı.

 

Yavuz Sultan Selim; Çaldıran seferine giderken Doğu Anadolu’dan geçti,  burada öteden beri içişlerinde özerkliği olan beylikler vardı. Ekserisi Şafii, birazı Yezidi mezhebinde Kürt, önemli bir kısmı da Türkmen idi. Osmanlı Türk devleti kendilerine problem çıkartmayan Kayı boyu insanlarının da bulunduğu bu mıntıkayı ilhak etmeyi hiç düşünmedi. Ancak Kürt beylikleri, kendilerini sürekli sıkıştıran Şii İran’a karşı Osmanlı Türklerini bir kurtarıcı olarak görmüş; Şark sınırını böylece daha emniyetli hale getirme düşüncesi de Osmanlı Türklerine cazip gelmiştir.

 

Padişahın bu seferinde meşhur alimlerden İdris Bitlisi de vardı. Molla Camii’nin talebelerinden olup, Tebriz’deki Akkoyunlu sarayında katip idi. Akkoyunlu Devleti’ni yıkan Safevilerin davetini reddedip Osmanlı Türklerine sığınmış; Sultan II.Bayezıd  kendisine çok itibar etmişti. Çaldıran Seferi sırasında bölgedeki beyleri Osmanlı Türk Devletine yardıma teşvik etti. Çaldıran’dan sonra İranlılar fırsat bulup Diyarbekir’i kuşatınca, yirmi beşten fazla Kürt beyi, İdris Bitlisi aracılığıyla padişaha bir dilekçe verdi. Yardım talep ediyor ve Bölge, Osmanlı Türk Devletine bağlanmadıkça, huzur bulamayacaklarını beyan ediyorlardı. Dilekçedeki şu cümleler dikkat çekiciydi: ”Sizin inayetiniz olmazsa, kendi başımıza İranlılarla başa çıkamayız. Zira Kürtler ayrı aşiretler halinde yaşamaktadır; Allah’ı bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz; ama diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Allah’ın adaleti böyledir. Ancak ümit ederiz ki, padişahtan yardım olursa, Arap ve Acem Irak’ı ile Azerbaycan’dan o zalimlerin elleri kesilir. Bilhassa İran’ın kilidi ve Akkoyunlu payitahtı Diyarbekir, bir senedir Kızılbaş işgali altındadır. Elli binden fazla insan öldürmüşlerdir. Eğer padişahın yardımı bu Müslümanlara yetişirse, hem uhrevi sevap ve hem de dünyevi faydalar umulur.”

 

Camilerde zaten padişah adına hutbe okunmaya başlamıştı. İdris Bitlisi’nin de gönüllüleriyle iştirak ettiği on bin kişilik Osmanlı Türk sancak ordusu, Diyarbekir’i kurtardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu içerisinde bulunan tüm etnik unsurlarıyla birlikte kendiliğinden Osmanlı Türk hakimiyetine girmiş oldu. Padişah, İdris Bitlisi’yi taltif etti. Kendi arzularıyla Osmanlı Türk Devletine tabi olan beylere birer ferman verildi. Hemen ardından Irak, Suriye ve Filistin’deki Arap aşiretleri padişaha aynı konuda bir dilekçe gönderip Osmanlı Türk Devletine iltihak ettiler. Görülüyor ki o zamanlar Osmanlı Türk vatandaşlığı, bugünkü AB ve ABD vatandaşlığı gibi çok itibarlı idi.


Şark’a Yeni Düzen

Diyarbekir, ardından da Van eyaleti kuruldu. Beylikler buraya bağlandı. Hepsine merkezden kadı tayin olunurdu. Toprak kirasını toplama hakkı Bey ve ailesinde bulunur, hıyanet olmadıkça bu hak geri alınmazdı. Beylikler; Diyarbekir’de on üç, Van’da dokuz taneydi. Sağman, Kulp, Itak, Tercil, Pertek, Çapakçur, Çermik, Pertek, Müküs ve Bargiri sancakları böyleydi. Bazısı ise Bey ve ailesinin mülkü gibiydi.  Diyarbekir’de Hazzo, Cizre, Genç, Eği, Palu; Van’da Bitlis, Hizan, Mahmudi, Hakkari; Şehrizor’da İmadiye ve Çıldır’da dört sancak böyleydi. Hepsinde de Bey, merkeze muayyen vergi ve asker verir; harp esnasında bağlı olduğu eyaletin beylerbeyi ile sefere giderdi. Arap Şeyhlikleri de buna benzer usullerle idare olunurdu. O bölgede o zaman Kürtlerin çoğunlukta olduğu kanısı uyanmasın. Diyarbekir ve Van’da Ermeni, Süryani ve Türkmenler vardı. Sadece ahalisi ağırlıklı olarak Kürt olan Hakkari Kürdistan Sancağı olarak anılırdı.

 

Kürtler, Osmanlı Türkleri sayesinde mezhep ve geleneklerini koruyabilmişlerdir. Yezidi, Hıristiyan ve başka dinlerde olanlar da bu vesile ile Müslüman oldu. Havalide İran propagandalarına set teşkil edecek ilim merkezleri kuruldu. Ziraat ve hayvancılıkla uğraşan halkın sosyal hayatı üzerine şeyh denen alimlerin önemli rolü vardı. Bey halkı kollayıp gözetir; şeyhlere itibar ederdi. Muhtariyetin kaldırıldığı Sultan II. Mahmut dönemine kadar Şark’ta ciddi bir problem olmadı. Bedirhan Bey gibi bazı Kürt beylerinin İngilizlerce desteklenen isyanları arkasında Kürtçülük değil, bu muhtariyetin kaldırılması yatar. Ermenilerin, toprak kirasını toplama ihalelerini kazanıp giderek güçlenmesi, huzursuzluğu arttırdı. Sultan Hamid, Hamidiye Alayları ile dengeyi kurmaya çalıştı. Ruslar, öteden beri Doğu Anadolu ve Kilikya’da bir Ermeni devleti kurup kontrol altına alarak Akdeniz’e inmeyi hayal eder;  İngilizler bunu önlemek için Kürtleri Ermenilere karşı kışkırtırdı. Zorunlu yer değiştirme sırasında çok sayıda Ermeni’nin canı yandı. İttihatçıların milliyetçi politikası, Araplarda olduğu gibi Kürtler arasında da milliyetçi entelektüeller doğurdu. Ancak modern fikirleri sebebiyle bunlar muhafazakar halk arasında rağbet görmedi. Birinci Cihan Harbi’nden sonra İngilizler Ankara ile anlaşarak daha evvel Kürtlere vaat ettikleri otonomiden vazgeçti. Cumhuriyet devrindeki Kürt isyanları ise basit zabıta olaylarının iyi yönetilemeyip büyütülmesi; halk yerine ağaların korunması sebebiyle çıkmıştır.

 

Kısacası Kürtler, Yavuz Sultan Selim zamanında Safevi baskısına girmemek için gönüllü olarak Osmanlı Türk vatandaşlığını seçti. Bundan sonra, mıntıkada yüzyıllarca sürecek barış ve huzur devri başladı. Ta ki Özal dönemindeki karakol baskınına kadar!

 

Şimdi gelelim günümüzde yeniden barış ve huzura nasıl kavuşacağımıza! Bencileyin Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere tüm ülkede Köy Enstitüleri yeniden kurulmalı; eğitim ve öğretime başlamalıdır. Çünkü ülkemizin insanı üretmeden tüketiyor, biriktirmeden harcıyor. Okumuyor, okumadığı için bilmiyor; bilmediği için de başaramıyor. Ayrıca ülkemizin huzuru için Meclisteki İdris suretindeki İblis ağaların yerine gerçek halk temsilcileri gelmelidir. T.C ne de dünümüz, bugünümüz, yarınımız ve geleceğimiz için ülkemizdeki bütün halklar birlikte sahip çıkmalıyız; çünkü T.C bize biat etme, kul olma yerine: özgür bireyler olabilmeyi sağlıyor.

Işık ve sevgiyle kalın!