Öğretmendi benim babam, Cumhuriyetimizin ilk öğretmenlerinden.

 

Din Cambazlığının başlatıldığı demokrat parti döneminde okurları adeta  fişlenen 'Ulus Gazetesi' okurdu. Gazetesini özellikle ismi görülecek şekilde katlar, ya cebinde ya da elinde getirirdi akşamları eve dönerken.

 

Öğretmen olan annem: '' Bu gazeteyi okuduğun için bizi de bir yerlere sürerlerse çocukların okulu, düzeni değişir. İsmini sakla bari'' derdi.

 

Mümkün değildi bu babam için. Sözü edilen partinin iktidar olduğu yaklaşık on yıl bizim eve Ulus Gazetesi bu şekilde getirilmişti.

 

Sıkıntılı, baskılı yılların çocukları olarak anılarımızdan yaşadıklarımız hala silinmedi.

 

1940'lı yılların başında Doğu Anadolu'nun küçük bir kasabasındaki tek okulun başöğretmeni olan babam, aynı zamanda çalışanların maaş mutemediydi. Her ay başı kente gider maaşları aldıktan sonra kışın yoğun soğuk karlı günlerinde araç bulamadığında saatlerce yürüyerek kasabaya dönerdi. Dönüşü karanlığa kaldığı zamanlar annemizin endişeli bekleyişine biz iki kardeş tam anlayamadığımız bir endişeyle katılırdık.

 

Doksan dokuz yaşına kadar ilkelerinden ayrılmayan babamın dürüstlüğü, insanlığı, yurtseverliği, Mustafa Kemal Atatürk ve cumhuriyet sevgisi bana bıraktığı özenle koruduğum en değerli ve en önemli mirasıdır.

 

Babalarımız sıradan bir insan, bir çiftçi, beden işçisi, esnaf, memur, öğretmen, doktor ve de bir yargıç olabilir. Önemli olan onların çocuklarına bıraktıkları; dürüst olma, namuslu olma, mirasları yanı sıra doğrudan yana, haklıdan yana ve adaletli davranma özellikleri olmalarıdır.