Geçtiğimiz günlerde ünlü bir işadamı “Dik duran bir Arap, ruhunu Batı’ya satmış olan 50 Türk’e bedeldir” dedi. Dik durmak elbette önemli hele de emperyalizme karşı… Doğrusunu söylemek gerekirse 100 yıl önce Atatürk, Milli Mücadele için yola çıkarken 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin başında bulunanların önemli bir bölümü emperyalist güçlerle işbirliği içerisindeydi; “Önce Allah’a, sonra da İngilizlere güvendiklerini” söyleyip duruyorlardı. Dik durduklarını söylemek bir tarafa, işbirliği ve ihanet içerisindeydi. 600 yıllık devasa imparatorluğun son yöneticilerinin yaptıkları, onlar için olmasa bile imparatorluk için hazindi.
 
Emperyalizme karşı dik duran Arap bulmak için Diyojen’in elinde gündüz fenerle dolaşması gibi dolaşıp adam aramak gerekir sanırım. 100 yıl önce Araplar ve onlara liderlik edenlerin başında gelen Şerif Hüseyin ile oğulları, Türklerden kurtulmanın ve birleşik Arap krallığı kurmanın hayali içerisindeydiler. Kendilerine bu konuda söz de verilmişti. Sykes-Picot gizli antlaşması bunu vaat etmişti:
 
“Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak”tı. Ancak Araplar aldatıldı. Hayaller başka, gerçekler başkaydı. Onlar bedeli ödediler. Bu süreçte yaşanan emperyalistlerle işbirliğini ve Türklere yönelik tavrı, Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabının sayfalarında tüm çıplaklığı ile bulmak mümkündür.
 
Türklerden kurtularak tüm sorunlarının çözüleceğini zanneden Araplar, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz ve Fransız mandaterliği altındaydı. Ne bağımsızdılar ne de birleşik. Üstelik İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında İsrail’in kurulması onlar için ikinci bir felaket olarak belirdi.
 
Araplar yüzyıllar sonra yeni bir kurtarıcı aramaya yöneldiler. Coğrafyadan kurtarıcı da kolay çıkmıyordu. Selahattin Eyyubi’den sonra kim gelip Arapların elinden tutup onları utanç verici durumlarından kurtarabilirdi ki? Emperyalist güçlere karşı bunu yapmak mümkün müydü? Daha yakın zamanda Musaddık, İran’da üzücü bir şekilde alaşağı edilmemiş miydi? Bu coğrafyada bir tek lider, Batı’yı alt edebilmiş, onlara meydan okumuş, hem de Doğu ve hem de Batı dünyasında hayranlık uyandırabilmişti: O, Atatürk’tü.
 
Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya, Uygarlıklarımız Tükendiğinde (YKY, İstanbul, 2009) adlı deneme kitabında son yüzyılda Arapların serencamını ve aradıkları kurtarıcıyı anlatıyor:
 
(Cemal Abdül) “Nasır’ın başa geçişi büyük beklentilere yol açtı ve onun ulusalcı söylemi kısa sürede heyecan yarattı. Araplar, çok uzun zamandır günün birinde bir adamın gelip düşlerini –birlik, beraberlik, gerçek bağımsızlık, ekonomik gelişme, toplumsal ilerleme ve her şeyden önce onurlarına yeniden kavuşma- gerçekleştireceğini hayal ediyorlardı. Nasır’ın o adam olmasını istiyorlardı, ona inandılar, onu izlediler, sevdiler. Başarısızlığı onları derinden sarsacak, liderlerine ve aynı zamanda kendi geleceklerine olan güvenlerini uzun bir süre yitirmelerine neden olacaktı”.
 
Nasır, “zafere ulaştıran” demek. Nasır, ismiyle müsemma olamadı, Arapları zafere ulaştıramadı. Kendi zaferi de kısa ömürlü oldu. Süveyş’i millileştirmekle başlayan altın yılları (1956), Arap-İsrail savaşının başarısızlıkla sonuçlanmasıyla (1967) büyük ölçüde sona erdi. Kurduğu birleşik Arap devletinin ömrü de sadece üç yıldı (1958-1961). Araplar, hâlâ nasır’ını arıyor, Bulacak gibi de görünmüyorlar. Nasır, istisna olmaya devam ediyor. Ama yenilmiş bir istisna…
 
Türklerin elinde ise yenilmemiş, kazanmış bir istisna var: “Bir Türk dünyaya bedeldir” diyen Mustafa Kemal Atatürk. Bunu hiç şüphesiz hamaset için söylemedi. Söylediği benzer diğer sözlere de bakalım:
 
* Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur (Nutuk, Gençliğe Hitabe, 1927).
 
* Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir (10. Yıl Nutku, 1933).
 
* Türk övün, çalış, güven.
 
1683’den beri Avrupa karşısında yenilen, Viyana önlerinden yani Avrupa’nın ortasından Sakarya’ya yani Anadolu’nun ortasına kadar 238 yıl boyunca (1921’e dek) çekilen bir milletten söz ediyoruz. İncinen, örselenen onurunu ayağa kaldırma çabasıdır yapılan. Küllerinden yeniden doğmasını istemektir. Köklü tarihine gönderme yapmaktır. Nitekim“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” sözleri tam da bunu ifade etmektedir.
 
Atatürk; barışı, refahı, kalkınmayı ve insanlık aleminin saygın bir üyesi olma ütopyasını, çağdaşlaşma hayalini, millete duyulan güvenle ve köklü tarihe atıf yapmakla mümkün kılmayı hedeflemişti (10. Yıl Nutku):
 
“Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır”.
 
“Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünün hikayesi ise şöyle: Atatürk, 1924 yılı Ağustos ayında, Kastamonu’ya gider. Ziyaret sırasında kışlaya da uğrar. Asker koğuşlarını ziyaretten çıkarken; “Bir Türk, on düşmana bedeldir” yazılı levhayı görür. Subaya levhayı göstererek sorar:
 
- Öyle midir?
 
- Evet Paşam.
 
- Hayır, çocuğum, bence öyle değildir. Bir Türk dünyaya bedeldir.
 
İmparatorluğun yıkıntılarından çağdaş ve demokratik bir ulus devlet yaratmak için yüzyıllardır yenilen, ezilen ve hırpalanan bir millete moral aşılama çabasının ürünüdür bu sözler. Ne ırkçıdır, ne de yayılmacı. Kendi vatanında insanlık aleminin saygın bir üyesi olarak yaşama isteğindedir, barışçıdır.
 
Dünün emperyalist güçlerinin işbirlikçileri, ihanet içerisinde yer alanlardan örneğin Mustafa Sabri Efendi şunları söylemiş adamdı:
 
"Benim elimden gelse Türkleri Arap yaparım, diğer Müslümanları da. Bunların vaktiyle Araplaşmadığına da çok eseflenirim. Arap dili, ne Türk diliyle ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olup da onunla iftihar edeceğine büyüğüne sahip olarak onunla iftihar etmesi daha kârlı ve makul olur."
 
Atatürk, Türklere unutulmuş tarihlerini hatırlattı ve kimliklerini iade etti. Hem Çanakkale ve hem de Milli Mücadele, emperyalizme karşı dik duruşun destanıdır. “Bir Türk dünyaya bedeldir”. O Türk de Atatürk’tür. Gerisi hikayedir.