Yerel seçim sonuçları ülkede büyük bir heyecan dalgası yarattı. Oysa seçimlerden önce büyük bir endişe ve büyük bir karamsarlık hakimdi. Karamsar tabloya ve “beka” tartışmalarına dair birkaç şey söylemek isterim. Öncelikle Türkiye kağıttan, sıradan ve Ortadoğu’nun uyduruk devletlerinden biri değil. Öyle kolay yıkılmaz. 2500 yıllık bir devlet kültürü ve tarihi var. Doğu dünyasının önde gelen tarihi devletleri olan İran ve Çin ile birlikte…  

Sözümün biri karamsarlara… Neymiş, doğru zamanda ve doğru adımlarla seçim kazanılabiliyormuş… Tembellik ve karamsarlık, moral bozmak yanlışmış. Kendi umutsuzluğumuzu topluma mal etmemek lazımmış. 

Seçmen davranışını belirleyen ana faktörün ekonomi olduğunu bir kere daha teyit etti seçimler. Her ekonomik kriz ya da otoriterleşme eğiliminde seçmen faturayı iktidara kesiyor. 1946 devalüasyonu, 1994 devalüasyonu ve 2001 devalüasyonu neticesinde iktidar seçimleri kaybetti. Bir kere daha bunu teyit etmiş olduk. Yaşanan devalüasyon olmasa da 2008-2009 dönemindeki ekonomik kriz gibi, ekonomik sorunlar bu seçimde iktidara oy kaybettirdi. 

AK Partinin lider kadrosunun ortaya çıkışı 1994 yerel seçimleridir. 25 yıl sonraki yerel seçim ise sonun başlangıcı olabilir. İstanbul, Ankara ve İzmir’in kaybı deyim yerindeyse tam anlamıyla şiddetli bir deprem etkisi yarattı. Seçimlerden 4 gün önce (27 Mart), seçmenin “1 Nisan şakası” yapabileceği tespitinde bulunmuştum. 

Seçim sonuçlarının en büyük faydası, Türkiye’de demokrasiye olan inancın artmasıdır. Her derdin ilacı demokrasidir. Bizim seçimle iktidarı değiştirmeyi öğrenmemiz gerekmektedir. Demokrasi, iktidarların seçimle değiştirilebilmesi esasına dayanır. Bu değişim, gelenekselleşmelidir. İktidar ya gitmezse endişesi olmamalıdır. 1877 yılından beri seçim yapıyoruz ama iktidarı üst üste üç kez seçimle değiştirmeyi bile başaramadık. Oysa bu Cumhuriyetin kurucularının hayaliydi. Atatürk’ün hayal ettiği Demokrasi Devrimi’ni gerçekleştiren İnönü oldu. 1950’de iktidarı ardına bakmadan muhalefete devredebildi. Üstelik elinde gitmeme imkanı varken… Ya da çok partili hayata geçmeme imkanı varken… Onların hayali demokratik ve kalkınmış bir Türkiye idi. İnönü, Atatürk’ün mirasçısı olarak, kendi sağlığında demokrasi fidanının büyümesine koruyuculuk yapmak istedi. Umarım ki bugün Türkiye, kurucu kültürün kalkınmış ve demokratik Türkiye hayalini gerçekleştirebilir.  

İnsanımıza düşen en büyük görev umudunu yitirmemek ve üretmektir/çalışmaktır. 1918 karanlığından 1919 umudunu yaratan Türk milleti, 2019’da da umudunu yaratabilecek potansiyele ve büyüklüğe sahiptir. Muhtaç olduğu kudret tarihinde ve kurucu değerlerinde mevcuttur. 

Seçimin ertesi günü 1 Nisan. 98 yıl önce İkinci İnönü Zaferi nedeniyle Atatürk, cephe komutanı İnönü’ye şu telgrafı göndermişti (1 Nisan 1921): 

“Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstilâ altındaki talihsiz topraklarımızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor...” 

Bundan sonraki kutlayacağımız zaferler, üreterek zenginleşen ve demokratikleşen Türkiye için olsun… Ve yine siyasal cepheleşmeler sona ersin. Zenginliğin ve demokratikleşmenin, bir ulusal kimlik etrafında birleşerek ve üreterek olacağını görelim. İktidar değişikliğinin “beka” meselesi değil “sıradan ve normal” bir mesele olduğu günleri, o güzel günleri görelim. Bu noktada hem iktidara ve hem de muhalefete düşen görev, elbirliği ile Türkiye’yi normalleştirmek, kurucu değerlerle barışık bir parlamenter demokrasi üzerinde uzlaşarak yeniden yapılandırmaktır.   

1977 yılında Ecevit, “Umut Yılı”diye bir kitap yayınlamıştı:

 

Ancak umut gerçek olmamış, ülke 12 Eylül bataklığına sürüklenmekten kurtulamamıştı. Aslında benzer bir umut, 1908’de de olmuştu. Ancak İttihatçıların kardeşlik, eşitlik ve hürriyet hayalleri çabucak sönüvermişti. Umalım ki bu kez hayallerimiz sönmesin, Cumhuriyetin kurucu ideallerini ileriye taşıyabilelim.  

CHP’nin İzmir’in yanı sıra Ankara ve İstanbul’u da kazanması, Türkiye siyasetine bir denge getirdi. Bu AK Partinin gücünü kaybettiği anlamına gelmese de dengelendiğini açık bir şekilde gösterir. Diğer taraftan AK Partinin güç kaybettiğini iki noktada vurgulamak gerekir. Birinci kazanılan belediye sayılarıdır:

            Büyükşehir  İl  İlçe

2014.............18......30 563

2019.............15......24 537

AK Parti’de hasar olduğunu bu sonuçlar gösteriyor. Ancak hasarın büyüklüğünü asıl gösteren şey ise başka bir yerde: Türkiye’nin iki büyük şehrinin kaybı: İstanbul ve Ankara… 

Mansur Yavaş, kamuoyunun yakından tanıdığı bir isimdi. Sürpriz olan Ekrem İmamoğlu… Kendisini epey bir süredir –çalıştığım alan dolayısıyla- yakından izlesem de çoğunluk için yepyeni bir isimdi. Seçim sürecini ve seçim akşamını çok iyi bir şekilde yönetti. Olgun, sakin ve kararlı haliyle gönülleri fethetti. Sanırım Türk siyaseti yeni bir isim kazandı. Malum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır. CHP’nin üç büyükşehirdeki –diğer bazı büyükşehirlerdeki- adaylarının ilçe belediye başkanlıklarından gelmesi ve sahip oldukları deneyim dikkat çekiciydi (Bu noktada CHP lideri Kılıçdaroğlu tebriki hak ediyor!). AK Parti açısından ise gösterilen adayların bakanlık (Başbakanlık ve Meclis başkanlığı dahil!) görevlerinden geliyor olması… AK Partide bir kendini tekrar, CHP kanadında ise bir yenilenme kendini gösteriyor. 

Yerel seçimin sadece bir yerel seçim olmanın ötesine geçtiği ve önümüzdeki birkaç yıl boyunca –büyük bir sürpriz olmazsa- genel seçimlerin yenilenmeyeceği düşünülecek olursa, Türkiye’de yeni bir restorasyon ve normalleşme dönemine ihtiyaç duyuluyor. Bunun mimarı da –iktidar ya da muhalefet istesin ya da istemesin- Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak zorunda… Erdoğan’a düşen siyasette hakemlik rolünü üstlenmek... Kurucu kültürün temel değerlerinden biriydi Cumhurbaşkanının hakemliği… Aksi durum ve çatışma halini Türkiye’nin kırılgan ekonomisi ve çalkantılı siyasal iklimi kaldıramaz.